Yılmaz Güney Kızına Bakmıyor



Dört gün önce. Yılmaz Güney'in 19 aylık kızı Elif'in annesi Can Ünal telefon etti. Sesinde heyecan ve hiddet vardı. «Allah aşkına gelin,» dedi. «Mahvoldum. Sokaklarda kaldım.»

Yirmi dakika sonra Kazancı Yokuşu'nda, Sormagir sokağında, 8 sayılı Kanbay apartmanının 1 numaralı dairesindeydik.

Zili çaldık. Kapıyı bize saçları kırlaşmış, orta yaşlı bir kadın açtı. Can Ünal'ı aradığımızı söyledik. «Buyurun,» diyerek bizi içeri aldı. «Can Hanım biraz hasta, yatıyor.

Haber vereyim.»





On dakika sonra Can, kucağında Elif'le birlikte yanımıza geldi. Sararmış, solmuş, zayıflamıştı. Kısacası, genç kadın, mum gibi erimişti. Küçük Elif ise olanlardan habersiz gülüyor, annesinin saçlarını çekiştiriyor, kendi kendine yarım, yarım kelimelerle, «Baba!... Baba!... Baba!...» diye söyleniyordu.

Konuşmaya Can Ünal başladı. «Allah, bu Yılmaz'ı nasıl bilirse öyle yapsın. Beni mahvetti. Elalemin evlerinde sığıntı gibi yaşıyorum. Gazeteler, mecmualar onun, bir filminden 60 bin lira aldığını yazıyorlar. Kendisi de 75 bin lira isteyeceğini söylüyor. Ne yapıyor bu paraları, vallahi aklım ermiyor. Bir işe filan yatırmış olsa, yüreğim gam yemez. Oysa bir otomobilinden başka dünyada hiç bir dikili ağacı yok. Duyduğuma göre, onu da Maliye, vergi borçlarını ödemediği için haczetmiş galiba...»



Az sonra odaya, demin bize kapıyı açan orta yaşlı kadın girdi. Can, «Neşvet Hanım,» diye bizi tanıştırdı. «Yılmaz, Tabiat Ana, der ona. On yıl önce İktisat Fakültesinde okurken Fatih'te Neşvet Hanımın yanında kalmış. Artık Neşvet Hanımı bile aramıyor.»

Biz bunları konuşurken küçük Elif, ortada duran masanın örtüsünü çektiği gibi üzerinde ne varsa hepsini yere indirdi. Sonra da yaptığından korkmuş olacak, ağlamaya başladı.

Arka odaya geçtik. Oda küçüktü. Yatak, yorgan, gazocağı, bir de Elif'in küçük karyolasıyla tıkış tıkıştı...





- «İşte, halimi görüyorsunuz,» diyerek anlatmaya devam etti. «Altı aylık kira borcum olan 4.800 lirayı veremediğim için dairenin sahibi Ahmet ve Mehmet Sağmanlı kardeşler beni icraya verdiler. icra memurları geçen ayın 23'ünde buzdolabımı, yatak odamı, oturma odamı, yemek odası takımlarımı, radyomu, pikabımı haczettiler. Bugünlerde de borcumu hala ödeyemediğim için eşyalar satılacak. 4.800 lira için 20 bin liralık malım gitti. Ah Yılmaz... Ah!»



Birden konuşmasını kesti, içeriye gitti ve elinde birçok mektup ve telgrafla geri döndü. «Bunlar,» dedi, «Yılmaz'ın bana gönderdiği mektuplardır. Okuyun. Bakın neler yazmış bana... Bir de şimdi şu yaptıklarına bakın...» Yılmaz bir mektubunda Can'a «Sevgili karıcığım» diye hitap ediyor ve şunları yazıyordu: «Bugünle tam 13 gün oldu... Hiç haberini alamadım. Huzursuz ve sıkıntılı olduğunu biliyorum. Her şeye rağmen seni düşünen, senin acılarını çeken bir kocan var, bunu aklından çıkarma. Çocuğumuzu düşün yavrum... Bana yaz yavrum yaz, gözlerinden öperim.» Diğer bir mektup ise gene «Sevgili karıcığım» diye başlıyor, ve şu cümlelerle devam ediyordu: «Şu an rahatsızlığın olmasa, yanımda olmanı isterdim. Mektuplarım, telim cevapsız kaldı. İkimizin de düşünmek zorunda olduğu bir yavru var, bu bizim çocuğumuz. Sana ve ona bir şey olmasını istemem. Gözlerinden öperim, kendine iyi bak yavrucuğum, kendine iyi bak anam...»





Can bir ara kendini tutamadı, ağlamaya başladı. Neşvet Hanım, «Deli olma kız, her şey düzelir,» diye onu teselli etmeye çalışıyordu ama, nafile... Can, ağlaya, ağlaya konuşmasına devam etti: «Levent'teki evde bana, 'Can, senin hakkını ödeyemem. Bir külçe kemik olsan seni torbaya koyar, duvara asar, sonra ilah diye taparım,' derdi hep. Neriman Güneri buna şahittir. Sorun, size daha neler neler anlatır. Benim söylemeye dilim varmıyor.»

Biz Kanbay apartmanından ayrılırken bu defa Can susmuş, Elif ağlamaya başlamıştı. Hem ağlıyor, hem de «Baba!.. Baba!... Baba!...» diyordu...



6 mart çarşamba günü Nebahat'in boşanmak için Yılmaz Güney'i mahkemeye verdiği saatlerde 12'nci İcra Dairesinin memuru Şükrü Can da Can'ın bir süre önce sokağa atıldığı Beşiktaş'taki eve geldi, haczedilen eşyaları satışa çıkardı. Bu esnada Yılmaz Güney'in getir - götür işlerine bakan Ayten Sert Can Ünal'ın evine geldi ve ev sahibine Yılmaz'ın Adana'dan 1.500 lira gönderdiğini, gerisinin de bono olarak hemen ödeneceğini söyledi. Ev sahibi bu teklifi kabul etmedi. Eşyalara bir kapıcı 4.500 lira vererek talip oldu. İcra Kanununa göre, 6.700 lira satış kıymeti biçilen eşyalara 5025 lira verilmesi gerektiği için satış yapılamadı. Önümüzdeki 10 gün içinde yapılacak ikinci satışta ise yine icra Kanununa göre bu 5025 lira barajına ulaşmak şart değil. İcra masraflarını geçen bir para verildiği takdirde satış yapılacak, böylece Çan'ın 20 bin liralık eşyası yok pahasına elden çıkarılacak...



YILMAZ GÜNEY «KABUL,» DEDİ

Nebahat Çehre'nin çirkin kral Yılmaz Güney'den boşanmak için 6 mart çarşamba günü avukatı Yılmaz Savaşçı vasıtasıyla adliyeye müracaat etmesi ve 29 mart cumartesi günü hakim huzuruna çıkmaya hazırlanması bir anda Yeşilçam çevrelerinde günün konusu oldu. Bu arada Yılmaz Güney'in, Taksim'de Aydede caddesindeki Kıvılcım apartmanının 7 numaralı dairesinden bütün eşyalarını alıp Nişantaşı'nda bir yere nakletmesi olayı daha da ilgi çekici bir hale soktu. Artık ayrılık kesindi. Ancak... Yılmaz Güney'in aşkı bir defa daha galebe çaldı ve çirkin kral bu ayrılığa fazla tahammül edemeyerek Kurban Bayramı'nın ilk günü bir telefon konuşmasıyla sulh taarruzuna geçti. Bu sırada talih, SES mecmuasına güler yüzünü gösterdi. Telefon çaldığı zaman, SES muhabirleri, Nebahat Çehre'yle son durumun muhasebesini yapıyordu.





- «Sinirlerin yatıştı mı bebecim?... Bayramlaşmaya geleyim mi?... Biliyorsun, Tanrı bayramlarda bütün kırgınlıkların, dargınlıkların ortadan kalkmasını ister.»

- «İstersen gel. Bayramlaşalım ama barışmam!»

- «Neden yavrum?»

- «Neden olduğunu sen daha iyi bilirsin.»

Aradan üç gün geçti. Yılmaz Güney, Nebahat Çehre'yi bu defa kendisinin lanse ettiği genç artistlerden Nihat Ziyalan'ın evine davet etti. Dört kişilik toplantıda Nihat Ziyalan'ın eşi Şen de vardı. Yılmaz, burada da Nebahat'ten davadan vazgeçmesini istedi. «Seni bırakmam,» dedi. «Benden ayrılamazsın,» dedi. «Ölünceye kadar karımsın, dedi. «Bundan sonra senin istediklerin olacak» dedi.



Ve bu sözlerine de Nebahat Çehre, kocasıyla barışmak için 4 maddelik bir teklifi olduğunu, ancak bu şartları kayıtsız şartsız kabul ettiği takdirde barışabileceğim söyledi. Bir hayli ilginç olan teklifin maddeleri, doğrusu Yılmaz Güney için hayli ağırdı. Fakat sinemaya hükmettiği halde, kalbine hükmedemeyen çirkin kral, «Her şey kabulüm,» diyerek Nebahat Çehre'ye kayıtsız şartsız teslim oldu. Bu şartlara göre:

- Yılmaz Güney'in bütün parasını Nebahat Çehre idare edecekti.

- Yılmaz Güney, akşamları 20.00'den sonra, pazar günleri hiç çalışmayacaktı.



- Yılmaz Güney, Nebahat Çehre'ye sormadan hiç bir şey (ev, otomobil) alamayacak, günde 50 liradan fazla para harcayamayacaktı.

- İçkiyi az içecek, süratli otomobil kullanamayacaktı.

Evvelki gün Yılmaz Güney'le Beykoz'da çocuk hastanesinde «Marmara Haşan» filminin setinde konuştuk. Mutluydu. Nebahat de sete gelmişti. «Görüyorsunuz gene beraberiz,» diye söze başladı. «Ayrılığımızı çabuk haber aldınız ama biraz erken yazdınız. Kolay kolay ayrılamayız biz. Ben ne zaman ölürüm, Nebahat ancak o zaman benden ayrılabilir.»



Bu sırada spotlar yandı. Yılmaz müsaade isteyerek kameranın karşısına geçti. Tekrar yanımıza geldiği zaman kan ter içindeydi. Konuşmasına devam etti: «Mutluluğu Nebahat'te buldum. Onun yanında kendimi mesut hissediyorum. Şu halde kendi hatalarım yüzünden saadetimi neden yıkayım?»

Bir an durdu, sonra devam etti: «Bir daha bizim ayrılığımıza dair yazı yazmayın. Ayrıldığımızı duysanız da gene yazmayın. Biz birbirimiz için yaratılmışız, ayrılmamıza imkan yok. Ancak ölüm ayırır bizi.»

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1968 TARİHLİ 13. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir