“Ateş Dansı” Sansasyonu
Bilmem bilir misiniz? Nasreddin Hoca'ya mal edilmiş bir fıkra vardır: Hoca bir gün üşütmüş... Soğuk algınlığını geçirtmek için punç yapıp içmesini tavsiye etmişler, «Çayı iyice kaynatırsın. İçine bir kadeh konyağı boca edersin. Üzerine de yarım limonu sıktın mı tamam, afiyetle iç!» diye sağlık vermişler.
Hoca eve gelmiş, bakmış dolapta çay yok ıhlamur var, koymuş çaydanlığa kaynatmış. Konyak aramış. O da yok. Bir parça rakı bulmuş, onu koymuş. Aksiliğe bakın ki limon da yokmuş. Maksat ekşilik değil mi? Limon yerine sirke koymuş.
Hoca bu punçu içmiş mi, içmemiş mi? İçmişse beğenmiş mi bilmiyorum. Bir kere bugün dahi çoğumuzun ne olduğunu bilmediği punç Hoca'nın devrinde var mıydı acaba? Sonra Hoca rakı içer miydi ki, punca koysun?... Anlıyorsunuz ya, bu fıkraya neresinden bakarsanız bakın, dökülüyor. Tıpkı Sara Stephen'in meşhur «Ateş Dansı» hikayesi gibi...
Birkaç sayı evvel haberini vermiştik, hatırlarsınız. Bundan birkaç yıl önce İsveç’e gidip yerleşen Ayten Kuyululu adındaki müteşebbis bir hanım kızımız orada ve civar memleketlerdeki filmcilerle sıkı dostluk kuruyor. Geçen sene bir, iki İsveç şirketine Türkiye’de film çevirtmesine ramak kalıyor. Hatta bir aralık rejisör Metin Erksan bu iş için Stockholm'e gidiyor mu, yoksa uzun mektuplaşmalar sonunda mı ne, bu iş yatıyor. Ama Ayten yılmıyor. Kendi yazdığı «Ateş Dansı» adındaki senaryoyu bütün İskandinav memleketleri filmcilerine okutuyor. «Bu filmi aynen çevirirsen, memleketimizdeki sinemalarda oynatırız.» diye kendisine yazılı taahhütnameler de veriyorlar. Bunun üzerine Ayten kalkıp Türkiye'ye geliyor. filmcilerin içinde henüz kavrulmamış olduğuna inandığı ve kültürünü, çalışma tarzını pek beğendiği Haldun Dormen'e baş vuruyor. Uzun konuşmalar, gelip gitmeler, mektuplaşmalar sonunda anlaşıyorlar. Ayten Kuyululu İsveç'ten bir kadın artist getirecek, ayrıca filmin dışarıda gösterme imkanlarını da ortaya koyacak, buna mukabil Haldun prodüksiyon masrafları için burada lüzumlu olan parayı bulacak ve rejisörlüğünü de kendi yaparak filmi çevirecek...
Ayten Kuyululu bu anlaşmaya güvenerek martın sonunda kalkıp İstanbul'a geliyor. Bir faaliyet, bir faaliyet görmeyin. Her gün Haldun Dormen'e gidilip geliniyor, gazeteler dolaşılıyor, haberler veriliyor. «Sara Stephen mayısın ilk haftasında geliyor...» «Yok, yok bu haberi şimdilik yazmayın. Haldun filme ayın 21'inde başlayacağı için 15'inden sonra gelmeleri için eşim İlhan'a, İsveç'e telefon ettim. Biliyorsunuz İlhan bu filmdeki baş rollerden birini oynuyor. Bakın resimlerine... Tam tip değil mi?... Onlarla birlikte Fikret Hakan’la Selda Alkor'un oynamasını düşünüyorum...»
Yine gidip gelmeler, konuşmalar, konuşmalar... Arkasından, «Haldun baş rol için Ekrem Bora, Sema Özcan ve Salih Güney'i ısrarla istiyor. Senaryoyu Erol Keskin'le beraber yapıyorlar. Kameracı da Gani Turanlı olacak. Siz ne dersiniz? Bomba gibi bir ekip değil mi?...»
Sara Stephen’in gelmesine yakın, ilk tehlike başlıyor. Haldun Dormen istenilen parayı ya bulamıyor, yahut da koymak istemiyor mu ne, Ayten Kuyululu'yu haklı bir telaş alıyor. O sırada birkaç prodüktörle daha gizli istişareler yaparken Turgut Demirağ'dan bir haber çıkıyor. Konuşmak üzere Ayten'i çağırıyor. Ankara'ya gideceği bir gün ayak üstü tekliflerini yapıyor. Bu tekliflere göre, Ayten'e tası tarağı toplayıp İsveç'e dönmekten ve ileride film dış memleketlerde gösterilirse, alacağı gayet cüz’i bir yüzde ile yaptığı bütün masrafları ödemeyi hayal etmekten başka bir şey kalmıyor. O sırada modası geçmiş bazı erkek artistlerin de Ayten’e elle tutulamayacak bazı muğlak teklifleri oluyor... O arada Sema Özcan'ın yerine Türkan Şoray'ın oynatılması için temaslar yapılıyor. Derken Haldun Dormen tekrar müdahale ediyor. «Bu filmi mutlaka beraber yapacağız!» diye ısrar ediyor...
O sırada Sara Stephen çıkageliyor. Onun gelmesiyle beraber yepyeni bir haber daha çıkıyor ortaya. Haldun Dormen, «Ateş Dansı» m çevirmekten tamamen vazgeçmiş. Ayten Kuyululu, rejisör Memduh Ün'le anlaşmış. Filmi ortaklama onunla çevirecekmiş!...
Memduh Ün senaryoyu almış, havasına girmek ve kendi görüşüne göre bazı tadiller yapmak için çalışmaya başlamış. Yalnız Ekrem Bora'yı istemiyormuş. Onun yerine Fikret Hakan veya daha eski bir jön oynayacakmış diye de laflar çıkmaya başlıyor ortaya.
Sara Stephen bir taraftan mecmua fotoğrafçıları için muhtelif yerlerde muhtelif pozlar verirken, bir taraftan da Cüneyt Arkın'ın otomobiline binip İstanbul'un kuytu köşelerini öğrenmeye çalışadursun, Ekrem Bora da bir pazar onu. Sema Özcan'ı ve Ayten'i Suadiye’deki yazlık evine çağırıp dostluk gösterisinde bulunmaya hazırlanıyor...
İşte o hafta bizim çocukları bir daha görsünler diye, «Batı Yakasının Hikayesi»'ne götürmüştüm. Antrakta bir de baktım ki Ayten Kuyululu, kocası, kız kardeşi, babası bütün sülale orada. Bana, «Gördünüz mü?» dedi. «Filmi nasıl berbat etmişler... Ben bunu Stokholm'de seyrettiğim zaman projeksiyon, ses, her şey şaheserdi. İsveçte böyle bir bozuk kopyanın gösterilmesine müsaade etmezler!...»
Zavallı Ayten üç yıl İsveç'te kalmakla Türkiye’yi unutmuştu demek. Burada neler neler olmazdı. Filmi sansürde gösterdikten ve oynatma müsaadesini aldıktan sonra, daha kapıdan çıkarken bütün müstehcen sahneleri içine dolduran filmci mi istersin? Sinemanın seansına uymadığı için filmin 150 - 200 metresini doğrayan sinemacı mı istersin? Bir artistle yaptığı pahalı mukaveleyi ucuza getirmek için çevirdiği senaryodan iki film çıkaran rejisör mü istersin?
Mamafih Ayten Kuyululu ertesi günü bunların hepsinden daha acısını öğrendi. Memduh Ün de, «Bu senaryo entellektüel Avrupa seyircisi için. Türk halkı bundan anlamaz.» iddiasıyle filmi çevirmeyi reddetmişti!...
Ayten'le bir sürü masraf yapıp getirdiği Sara Stephen bir an «Dıral dedenin düdüğü gibi» ortada kalmak tehlikesiyle baş başa kaldılar. O sırada Ak - Ün Film bir teklif yapmıştı. «Şeyh Ahmet» filmini çevirecekti. Kendisine filmde İngiliz kızı rolünü yapacak bir yabancı artist lazımdı. Bu rolü Sara Stephen oynarsa, filmin dış ülkelerde gösterme hakkı Ayten Kuyululu'ya verilebilirdi.
Çaresiz kalan Ayten'le Sara 3/6/1968 pazartesi günü bu kontratı imzaladılar. Sara bu film için 90.000 Türk Lirası (!) aldığım iddia ederek, beraber oynayacağı Fikret Hakan’ı da diğer bütün Türk erkekleri gibi yakışıklı bulduğunu söyleyerek reklamına devam ededursun, Ayten Kuyululu da bir taraftan, «Ateş Dansını bir gün mutlaka çevireceğim,» deyip durmaktadır.
Ve siz de ey okuyucular bir ayda yetmiş kalıba giren bir hikayenin bugüne kadar olan durumunu öğrendiniz. Şu günlerde, filmde Fikret Hakan'ın yerine birdenbire Göksel Arsoy'un oynadığını, öbür gün «Şeyh Ahmet» in çevrilmesinden vazgeçilip, yerine «Aşkın Kuyusu Derindir» adlı bir melodramın çevrilmeye başlandığını, daha öbür gün prodüktörün bu filmdeki haklarım başka firmaya sattığını duyarsanız hayret etmeyiniz. Yahut da romantik bir aşk filmi olarak çevrilen kurdelenin montajı yapıldıktan sonra bir kovboy filmi olarak ortaya çıktığını öğrenirseniz, ve hatta filmde Sara Stephen'i İngiliz kızı rolünde göreceğiniz yerde, Şeyh Ahmet rolünde görürseniz şaşırmayınız. Çünkü bu filmin üzerine (Türkiye’de yapılmıştır) «Made in Turkey» damgası vurulacak ve dış ülkelerde gösterilecektir.
ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1968 TARİHLİ 25. SAYISI