Audrey Hepburn İstanbul’un Altını Üstüne Getirdi

Eşi Mel Ferrer’den bir yıl sonra Türkiye’yi ziyaret eden Audrey Hepburn, İstanbul’ da ancak bir gün kalabilmiş bu süreyi de tarihi yerleri gezerek geçirmişti. Bir hayli yorulduğunu gizlemeyen yıldız, İstanbul’dan sonra «Calisto» isimli yatla Ege denizine açılarak tatilin tadını doya doya çıkardı… İzmir, Kuşadası, Efes ve Didim’i gördü. Bu arada yakışıklı Marino Torlania’yla da adı bir maceraya karıştı.

Audrey Hepburn, Ege gezisi boyunca çok neşeliydi. Bu arada yakışıklı Marino Torlanio ile fazla samimi oluşu da gözden kaçmadı. Üstte yıldız ve Gunther Sachs’a benzeyen kavalyesi, tarihî yerleri geziyor. Sağdaki fotoğraflarda yıldız ve Doris Brynner SES objektifi karşısında.





İstanbul'daki cami, müze ve saray gezilerinin amansız bir yarıştan farkı olmamıştı. Kısa bir zaman içinde bu tarihi şehirde görülecek ne varsa hepsini görmek isteyen ünlü yıldız Audrey Hepburn ve yanındakiler, adeta zamanla yarış etmişler ve sonunda da zamanı açık farkla yenmişlerdi. Kendini yormadan ancak üç, dört günde gezilip görülebilecek tarihi yerlerin gezisi bir gün içinde tamamlanmıştı. Fakat bu müthiş yarış narin yapılı yıldızı adamakıllı yormuştu. Yıldız ve arkadaşları, Ege kıyılarını dolaşacakları Calisto yatında saatlerce kıpırdamadan yatarak, günün yorgunluğunu üzerlerinden atmaya çalışmışlardı.







''Calisto'' yatı bir akşam güneş batarken İstanbul'u gerilerde bırakıp, Ege denizine doğru açılmıştı. Yıldızın İstanbul gezisinin dedikoduları devam ederken Audrey Hepburn ve arkadaşları da Ege'nin sakin sularında yol alıyorlardı.

Audrey ve arkadaşları bir gün sonra İzmir limanına vardılar. Yıldıza İstanbullu hayranları pek fazla tezahürat yapmamışlardı ama İzmir'de durum öyle olmadı. Yerli - yabancı herkes «Roma Tatili» yıldızıyla yakından ilgilendi. Ünlü yıldız da İstanbul'daki yorgun, sinirli havasını üzerinden atmış, neşeli, canlı, hareketli bir insan olup çıkmıştı. Bir çok bakımlardan Brigitte Bardot'un kocası Gunther Sachs'ı andıran İtalyan asıllı zengin delikanlı Marino Torlanio ile el ele, kol kola, İzmir sokaklarında, tarihi yerlerde, gece kulüplerinde dolaşırken kendini dünyaya yeniden gelmiş gibi mutlu ve sorumsuz hissettiği fark ediliyordu.











İzmir'in meşhur Kordonboyu’nda dizlerine kadar gelen daracık yarım pantolonuyla dolaşırken İzmirli hayranlarına bol bol gülümsemekten kendini alamadı. Aynı gece yanındaki arkadaşlarıyla beraber İzmir'in ünlü gece kulüplerinden birine gitti. Audrey Hepburn'un İstanbul'da yerinde olan iştahı daha da açılmıştı. Bol bol balık yedi, içebildiği kadar şarap içti. Yanındaki sarışın delikanlıya eliyle yemek yedirdi. Gözlerini bu yakışıklı İtalyan'ın aşk dolu bakışlarından bir saniye olsun ayırmak istemedi. Sonra da dansa kalktılar. Yanak yanağa, göz göze, el ele dans ettiler. Audrey Hepburn, İstanbul'dayken gruptaki erkeklerden hiç biriyle ilgilenmemişti. Fakat ''Calisto'' yatı Ege denizine açıldıktan sonra yıldızın yeni bir aşk macerasının en mutlu devresini yaşamakta olduğu gözlerden kaçmadı.



43 kg. ağırlığında. 1.68 boyunda. İri gözlü. Kumral. Elleri çok güzel. Bacakları adaleli. Çocuksu tavırlarıyla herkese kendini sevdiriyor. Yüzünün kemiklerini teker teker saymak mümkün. Kulakları fazla iri. Yüzü karşıdan ve profilden aynı derecede güzel. Kırk yaşına yaklaşmış olduğuna kimse inanmaz. Kıyafeti gayet sade. Neşeli, fakat içine fazla kapanık.



TOPKAPI SARAYI'NDA

Audrey Hepburn, Doris Brynner ve yardımcıları, Topkapı Sarayı'nın balkonunda Boğaz rüzgarı ile serinlediler.



SULTANAHMET CAMİİNDE

İstanbul'u gezmeye Sultanahmet Camiinden başladılar, «Mavi Cami» onları çok etkiledi.



AYASOFYA'DA

Audrey ve arkadaşları İstanbul'u gezmeye gelen her yabancı turist gibi Ayasofya Müzesine de uğramayı ihmal etmediler...



SÜLEYMANİYE

Audrey, İstanbul'u kasıp kavuran sıcağa aldırmadan Süleymaniye'nin avlusunda muhabirimize poz verdi.



KUYUMCUDA

Ünlü yıldız Kapalı Çarşı'nın kuyumcular bölümünde 80 dolarlık alış-veriş yaptı (800 TL.)



İŞTE AUDREY

Audrey ve Doris Brynner Süleymaniye Camiinde... Zarif yıldız serçe gibi seke seke yürüyüşüyle dikkati çekti.



Audrey Hepburn ile Marino Torlanio'nun romantik dansları, birbirlerine gösterdikleri sevgi ve muhabbet, yattaki diğer yolcuları da adamakıllı şaşırtmışa benziyordu. Özellikle yıldızın ve kocası Mel Ferrer'in aile dostu olan Doris Brynner, Audrey'i sık sık süzmekten kendini alamıyordu.

Ünlü yıldız İzmir’de de kocası ve özel hayatıyla ilgili soruların hiç birine cevap vermedi. Ama Torlania'ya sımsıkı sarılışı, onun yanından bir dakika bile ayrılmayışı, soruların bir çoğuna cevap teşkil edecek kadar açıktı...





O gece İzmir'de en çok eğlenen ve yata en geç dönen de Audrey ile İtalyan arkadaşı oldu. Ertesi sabah, Audrey ve arkadaşları İzmir ve civarında tarihi yerleri gezmeye başladılar. Selçuk'taki Efes harabelerine gittiler. Yıldız mini eteğiyle Meryem Ana Evi'ne girip kutsal sudan içti. Hacı oldu. Çevrenin güzelliği yıldızı adeta büyülemişti. İri güneş gözlüklerinin altından etrafı hayran hayran seyrediyordu. Burada da gazetecilere yakalanınca, «Şu anda dinlenmekten başka bir şey düşünmüyorum. Ülkeniz gerçekten çok güzel. Tarih bakımından da bir hazine. İlk fırsatta tekrar gelip, bu güzel yerleri bir kere daha gezeceğim» dedi ve özel hayatı hakkında bir şey söylemekten kaçındı.





İstanbul'dayken bir kere de olsa kocasının adını anmaktan çekinmeyen yıldız, Ege'ye açıldıktan sonra mazisini unutmuş bir roman kahramanına dönmüştü. Halinden tavrından, geçmişle en küçük bir ilgisinin dahi kalmadığı kolayca anlaşılıyordu. Yıldız, geleceğiyle ilgili her hangi bir tasarıdan da söz etmedi. Şimdilik sadece içinde bulunduğu zamanı yaşamak istiyordu. Tarihi harabeleri gezerken bile geçmiş yüzyılların hatıraları yıldızın kendi geçmişini hatırlamasına imkan vermedi. O, tarih içinde yaşarken bile geçmişten çok uzaklardaydı. Yıldızın böyle bambaşka bir insan havasına bürünmesine yakışıklı Mario Torlania kadar Ege kıyılarının sihirli güzelliği de sebep olmuştu.





Hacı Audrey Hepburn ve arkadaşlan, Efes ve Selçuk harabelerini gezdikten sonra Kuşadası’na hareket ettiler. Yabancı turistlerin özellikle rağbet ettikleri Kuşadası, Audrey ve Marinao Torlania’nun arasındaki dostluğun daha da alevlenmesini sağladı. Kuşadası'nın en gözde yeri sayılan ''Güvercin Ada''da yemek yendi, diskoteğe gidildi. Audrey - Marino Torlania çifti orada da romantik danslarıyla herkesin dikkatini çektiler.





Bir ara gazetecilerden biri Gunther Sachs'ın İtalyan modeli sayılabilecek olan Marino Torlania'ya bu arkadaşlığın bir evlenmeyle sonuçlanıp sonuçlanmayacağını sorunca genç adam, «Audrey çok samimi arkadaşım. Aramızda hissi bağlantı var. Birbirimizden hoşlanıyoruz. Evlenmemiz hem mümkün, hem de değil... Daha fazla konuşmayacağım» diyerek kesin bir cevap vermekten kaçındı. Güvercin Ada'dan sonra Audrey ile arkadaşları Kısmet Oteli'nde yemek yediler. Daha sonra da karadan Didim harabelerine gidildi. Anadolu’daki en büyük Apollo Mabedi'nin harabeleriyle büyük bir tarihi değer kazanmış olan Didim, Audrey'in pek hoşuna gitti. Marino'nun koluna sımsıkı sarılarak mabedi dolaştı, ilgililerden bilgi aldı.

Audrey Hepburn, İstanbul'da gerçekten yorulmuştu. Ege'de dilediği gibi dinlendi. Kamera karşısında geçirdiği yorucu kışın acısını Ege'de çıkardı.





Sinemanın ünlü yıldızlarından Audrey Hepburn, eşi Mel Ferrer'in İstanbul'u ziyaretinden tam dört yüz on gün sonra sıcak bir temmuz günü uçakla İstanbul'a geldi. Genç yıldız, limanda demirli duran «Calinos» yatına gidecek, orada kendisini bekleyen dostlarıyla beraber, Karadeniz ve Akdeniz kıyılarını dolaşacaktı. Garip bir tesadüf eseri, yıldızın eşi Mel Ferrer de geçen yıl bir haziran günü uçakla İstanbul'a gelmiş ve limanda demirli bulunan bir gemide kendisini bekleyen arkadaşlarına katılmıştı. O günlerde Mel Ferrer'e eşi Audrey'in nerede olduğunu soranlara aktör, «Karım da İstanbul'a gelmeyi çok istiyordu ama İsviçre'de hastalandığı için gelemedi» demişti...





Mel Ferrer'in İstanbul'u ziyaretinden Audrey'in İstanbul'a varışına kadar geçen süre içinde ünlü çiftin müşterek hayatı sayısız fırtınalarla çalkalanmış, bütün dünya gazetelerinde karı - kocanın ayrılmaya karar verdiğini belirten haberler yayınlamıştı. Arkasından da gerek Audrey Hepburn, gerek Mel Ferrer ile ilgili çeşitli dedikodular bütün dünyaya yayılmıştı. Bu arada Audrey Hepburn, yirmi yıllık meslek hayatının en parlak devresine girmiş, başarılı bir oyuncu olarak her zamankinden daha fazla dikkati çekmeye başlamıştı. İsviçre'de muhteşem bir şato yavrusunda oğluyla yalnız yaşayan Audrey Hepburn çeşitli film çalışmaları için Avrupa başkentlerini dolaşmış, geçen yıl da «Karanlığa Kadar Bekle» isimli filmdeki başarılı oyunu için Oscar adayı gösterilmişti. Bir zamanlar yılda ancak bir tek film çevirebilen yıldız, 1968 kışında aldığı cazip tekliflere dayanamayarak bir filmi tamamlar tamamlamaz hemen yenisi için hazırlığa başlamıştı. İstanbul'a gelmeden bir süre önce de Roma'da ünlü modaevlerini dolaşıp yeni çevireceği filmde giyeceği kıyafetleri tesbit etmişti. Bu işi tamamladıktan sonra da kısa bir tatili hakettiğine inanmış ve aile dostu Yul Brynner'in eşi Doris Brynner'in de dahil bulunduğu bir grupla birlikte geziye çıkmıştı.



AUDREY İSTANBUL'DA

Otuz dokuz yaşındaki Audrey Hepburn, uzun boylu, incecik, zarif bir genç kadın. Yüz ifadesi, vücudunun inceliği ve çocuksu tavırları, onun yaşını göstermesine mani oluyor. Kocaman güneş gözlüklerini gözlerinden hiç eksik etmemesi, Audrey'in tanınmasını hayli güçleştiriyor. Fakat bir bakıma bu gözlükler, yıldızın çok da işine yaradı diyebiliriz. Zira, İstanbullu hayranları onu görür görmez tanıyamadılar, dolayısıyla ünlü yıldız, hayranlarının tezahüratından bunalmadan rahatça şehri gezebildi. Ancak gazetecilerin peşini bırakmaması Audrey'in İstanbul'daki yirmi dört saatine biraz gölge düşürdü.



Yeşilköy'de uçaktan indiği zaman, «İstanbul'a bol bol yüzmek için geldim» demişti. Fakat şehrimizde geçirdiği yirmi dört saat içinde denize girmeyi bir kenara bırakın, ayağını bile suya sokamadı. Yirmi dört saatin on iki saatini müzeleri, tarihi yerleri gezmekle, üç, dört saatini yemek yemekle, geri kalanını da Bahama bandıralı Calinos yatında uyuyarak geçirdi.

Audrey'in misafir kaldığı yat, Mario Torlania adında bir İtalyan iş adamına aitti. Yattaki misafirler arasında ise eski İtalyan kralının yeğini olduğu belirtilen bir kont ve Yul Brynner'in eşi Doris Brynner dikkati çekiyordu. Yıldız, şehrimize gelişinin sebeplerini bize şöyle açıkladı: «Bu, benim İstanbul'a ikinci gelişim. İlkinde İstanbul'da pek az kaldım. Geçen yıl kocam İstanbul'a uğramıştı. Tatilimi burada geçirmemi o tavsiye etti.»



GEZİ BAŞLIYOR

Audrey Hepburn, Calinos yatında daldığı uykudan ancak öğleye doğru uyandı. Saat on ikiyi çeyrek geçe de Dolmabahçe'den karaya çıktı. Üzerinde gayet sade uzun kollu, mini etekli beyaz üzerine mavi puantiye bir elbise, ayaklarında, bale pabuçlarını andıran mavi trapezler vardı. Çantası beyazdı. Elbisesiyle uyuşan bir şifon eşarbı vardı. Kemikleri teker teker sayılabilen yüzünü, koskocaman bir güneş gözlüğü örtüyordu.



AUDREY HEPBURN

Sultanahmet Camiinde Çıp!ak Ayaklı Bir Yıldız

Yıldız, yanındakilerle birlikte doğruca yabancıların «Mavi Cami» adıyla tanıdıkları Sultanahmet Camii’ne geldi. Caminin kapısında herkes gibi o da ''patik''lerini dışarda bıraktı, içeriye yalınayak girdi. Audrey, büyüklerinin yanından kaçmak için fırsat kollayan ve bir türlü söz dinlemeyen yaramaz çocuklar gibi sekerek oradan oraya koşuyor, her fırsatta arkadaşlarının yanından ayrılıp caminin bir başka köşesine gidiyordu. Her şeyi yakından görmek, her şeyi öğrenmek isteyişiyle de bilgiye susamış bir çocuktan farksızdı.



Sultanahmet Camii'nden sonra Süleymaniye Camii'ne gidildi. Tesadüf bu ya, Audrey ile arkadaşlarının Süleymaniye Camii'ne geldikleri saatlerde caminin içinde bir film çevriliyordu. Kamera karşısında çalışırken, rahatsız edilmenin ne demek olduğunu gayet iyi bilen yıldız, camii çok beğenmekle beraber, meslektaşlarını rahatsız etmemek için geziyi kısa kesti. İstanbul, en sıcak günlerinden birini yaşıyordu. Gerçi caminin içi serindi, ama dışarısı alev alev yanan bir çöl gibiydi. Audrey ve arkadaşları caminin hemen karşısındaki kahveye gidip birer buzlu gazoz içtiler. Ünlü yıldız şişeyi ağzına dayayıp buz gibi gazozu içtikten sonra, kervan tekrar yola dizildi. Topkapı Sarayı'nı ve Kapalıçarşı'yı görmek için sabırsızlanıyordu.





ŞAH İSMAİL'İN TAHTI

Audrey Hepburn, Topkapı Sarayı'nda en fazla porselen ve hazine dairesiyle ilgilendi. Züccaciye dükkanlarının önünde kesesine ve zevkine uygun takım seçmeye çalışan ev hanımlarının dikkati ve merakı içinde Osmanlı saraylarının sofralarını süsleyen porselen eşyaya baktı da baktı.

Ünlü yıldızı, Topkapı Sarayı'nda büyüleyen eşyalardan biri de Şah İsmail'in tahtı oldu. Yıldız, salonun ortasında durmakta olan geniş tahtı görünce hemen yanına gitti. Gözlüğünü çıkarıp dikkatle inceledi. Şah İsmail ve tahtı hakkında rehberden bilgi aldıktan sonra hükmünü verdi:



— «Bu tahtın sahibi her halde çok şişman bir adammış. Buraya benim gibi yirmi kişi daha oturabilir...»

Sinemanın tüy sıklet yıldızı Audrey, kırk üç kilo ağırlığı, 1.68 boyuyla, gerçekten Şah İsmail'in geniş tahtı için pek küçük kalıyordu.

Sıra Ayasofya Müzesi'ne gelmişti. Yıldız bir ara müzenin ses yayma durumunu anlamak için hafif bir sesle İtalyanca bir şarkı mırıldanmaya başladı. Sesi, günümüzün şarkıcılarını aratmayacak kadar tatlı ve tesirliydi.



Ayasofya Müzesi'nde özellikle kadın ziyaretçilerin ilgisini çeken, dilek sütunu, Audrey’i pek ilgilendirmedi. Etrafındakiler sütundaki dilek deliğine parmağını sokup bir dilekte bulunup bulunmayacağını sordukları zaman, Audrey omuzlarını silkti, «Benim» dedi, «isteklerimin hepsi yerine geldi. Şimdilik başka hiç bir isteğim de yok. Zaten olsa da, parmağımı deliğe sokacağıma, isteklerimi gerçekleştirmek için kolları sıvayıp kendi metodlarımla bu işi başarmaya çalışırım.»





HESAP PUSULASI GELİNCE

Çocukluk hayallerini, genç kızlık isteklerini ve mesleki ihtiraslarını gerçekleştirdiğini ifade eden yıldız, bu defa da, karnını doyurmak isteğini gerçekleştirmek için «Pandeli» lokantasına gitti. Ayasofya'daki dilek sütununa parmağını daldırmaktansa, lokantada garsondan yemek isteyip böylece karnını doyurmayı tercih etmişti.

Kırk üç kiloluk yıldız, boğazına bir hayli düşkün. Istakoz, siyah havyar, levrek, sigara böreğinden ibaret yemeğini yiyip buzlu birasını içtikten sonra, bir porsiyon da cevizli baklavayı bu yaz sıcağında hiç şikayet etmeden yiyebildi. Baklavayı pek beğenmişti. Garsondan bir porsiyon baklava deha isteyip onu da afiyetle silip süpürdü.



Müzeleri, camileri gezdikten sonra, lezzetli bir yemek yemek, Audrey ve arkadaşlarının çok hoşuna gitmişti ama iş hesabı ödemeye gelince yüzler asıldı, kaşlar çatıldı. Garson 675 liralık bir hesap pusulası çıkarmıştı. Audrey ve Doris Brynner'in yanındaki erkekler hesabı ödeme konusunda birbirleriyle tartışmaya giriştiler. Neticede lokantaya hesabın ancak beş yüz elli lirasının ödeneceği bildirildi.

Yemekten sonra doğruca Kapalı Çarşı'ya gittiler. Audrey, kuyumcu dükkanlarının vitrinlerini dikkatle seyretti. Onu gören de binlerce liralık mücevher elmasa hazırlandığını zannederdi, ama Kapalı Çarşı'dan dönerken yıldız sadece seksen dolarlık (sekiz yüz liralık) alışveriş yapmıştı.



BEĞENDİĞİ AKTÖRLER

Sevimli yıldızın İstanbul gezisinde bir dakika olsun peşinden ayrılmamıştık. Eşi Mel Ferrer'den gerçekten ayrılıp ayrılmadığını sorduğumuz zaman o çocuksu yüz, sinirli bir havaya büründü. Koyu renkli camların altında iri gözlerinin kısıldığını farkettik. Yıldız, sorumuzu cevapsız bırakmayı tercih etmişti. Fakat daha sonra sevdiği aktörlerden söz ederken, önce «Mel Ferrer» demeyi ihmal etmedi. Audrey'in yüzü gene aydınlanmış, eski neşesine kavuşmuştu. Yıldızın beğendiği diğer aktörler ise Yul Brynner, Kirk Douglas ve Peter Ustinov. Yeniler hakkında kesin bir bilgisi olmadığını söylüyor. Bir filmin başarılı olmasının, artistlerden ziyade rejisöre bağlı olduğu kanısında. Filmlerde söz ederken, İngiliz, Fransız, İtalyan, Alman diye bir ayırım yapmak istemiyor. Filmleri iyi, ya da kötü filmler diye ayırmanın daha doğru olacağını söylüyor.

Sinemanın ünlü yıldızı Audrey Hepburn, fazla konuşmayı sevmiyor. Düşüncelerini daha ziyade hareketleriyle anlatmak istiyor. Genellikle mütevazı, neşeli, hareketli, fakat içine kapanık bir insan olduğunu söyleyebiliriz.



AUDREY'İN KİMLİK KARTI

Asıl adı Edda Hepburn van Heemstra olan Audrey Hepburn’un annesi Hollandalı, babası İrlandalıdır. 1929'da Belçika’da dünyaya gelmiştir. İkinci Dünya Savaşı patlak verdiği sıralarda Hollanda’da bir Kontes'in yanına sığınmış bu arada bale dersleri alarak ileride tanınmış bir balerin olma hevesine kapılmıştır. Ancak savaş yıllarında gıdasızlık yüzünden zayıf düşmüş ve ağır bir şekilde hastalanıp ölüm tehlikesi geçirmiştir. Savaştan sonra İngiltere’ye dönen Audrey, ilk filmini 1948 de çevirmiştir. «Ondine» piyesinde başrolleri paylaştığı Mel Ferrer ile 1954 de evlenmiştir. Yıldız, 1953'te çevirdiği «Roma Tatili» filmiyle Oscar armağanı almış ve şöhretin zirvesine ulaşmıştır. Yıldızın eşi Mel Ferrer’den Sean adında dokuz yaşında bir oğlu vardır. Audrey Hepburn’un başlıca filmleri arasında şunları sayabiliriz: «Sabrina» (1954); «War and Peace» (1956); «Love In the Afternoon» (1956); «Green Mansions» (1958); «The Nun’s Story» (1958); «The Unforgiven» (1960); «Breakfast at Tiffany's» (1961); «The Children's Hour» (1962); «Paris When It Sizzles» (1963); «Charade» (1963); «My Fair Lady» (1964); «How To Steal A Million» (1966).

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1968 TARİHLİ 31. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir