Dünya Sinemasında İlkler



KABİLİYET MESELESİ: Famous Players Şirketi, oyuncularını seçerken rol kabiliyetine bilhassa önem vermeyi prensip edinmişti. Adından da anlaşılacağı gibi, bu şirkette sadece ünlü oyunculara ekmek vardı. (Famous Players'ın Türkçe karşılığı ünlü oyunculardır.) Sinemanın geçmişi, bu şirketin ihtiyaçlarını karşılayacak miktarda ünlü oyuncu yetiştirecek kadar eski olmadığı için tabiî Amerikan sahnelerinin ünlü oyuncularına gün doğmuştu. Filmciler, tiyatrolardan, karpuz sergilerinden karpuz seçer gibi ünlü artist seçmeye çalışırlarken tiyatrocular da kendilerini ağıra satmak için ellerinden geleni yapıyorlar, film çevirmeye bin bir nazla razı oluyorlardı. Fakat onların bu tip davranışlarını tabiî karşılamak gerekiyordu, zira arz ve talep kanunu her zaman olduğu gibi o yıllarda da yürürlükteydi... 1913 yılında şirketin stüdyolarında çevrilen Prisoner of Zenda (Zenda Mahkumu) isimli filmde de Amerikan tiyatrosunun ünlü oyuncuları James K. Hackett ve Beatrice Beckley rol almıştı.



Filmin rejisörlüğünü Daniel Frohman ile Büyük Tren Soygunu filminin prodüktörü Edwin S. Porter yapmıştı. Zenda Mahkumu'nun çevrilişi sırasında, ortaya çıkan bazı aksaklıklar dekor meselesinin bir an önce halledilmesi gerektiğini ortaya çıkarmıştı... Durumu sezen diğer filmciler, 'şöhretli tiyatro oyuncusu' meselesini bir kenara bırakıp dekor işiyle daha fazla ilgilenmeye başlamışlardı. Artist işinde ise, 'star' sistemini benimsemeyi düşünüyorlardı...





İLK VAMPİR: Sinemanın ilk vampirini yaratmak şerefi Kalem'indir... Sinemanın ilk vampir kadını ise beyazperdede ilk defa Meryem Ana'yı canlandırmış olan Alice Hollister'dir... O devirdeki vampirler, şimdikiler gibi de değildi. Vampir filmlerinde rol alan sanatçıların özel hayatlarında da bir nevi vampir hayatı sürmesi şart koşuluyordu!... İşte bunun için Alice Hollister, sinemada vampir olduğu süre içinde bir tek kimseye tatlı bir söz söyleyemedi. Bir tek çocuğun başını şefkatle okşayamadı. Bir tek iyi hareketi görülmedi. Vampir filmlerinin hikâyelerini yazan senaristler de senaryoyu yazarken akıllarına ne kadar kötülük gelirse hepsini bir bir kağıda sıralayıveriyorlardı. Bazen kötülüklerin dozu o kadar fazlalaşıyordu ki, senaryoyu yazan bile eserini okurken «Canım bu kadarı da olmaz demekten kendini alamıyordu. Gördüğünüz fotoğraf böyle müthiş, kan ve ölüm kokan vampir filmlerinden birinden alınmıştır. Vampir rolünde Alice Hollister... Yanındaki erkek ise devrin aktörlerinden Harry Millard...



FİLM SETLERİ GERÇEGE UYUYOR: Günler geçiyor, seyircinin sinemaya karşı ilgisi gittikçe artıyordu... Artık bu işin şaka götürür tarafı kalmamıştı... Belki Edison, kinetoskopu yaparken bunun basit bir eğlence olabileceğini düşünmekle yetinmişti, ama sinemanın çabuk modası geçebilecek, uydurma, basit bir eğlence vasıtası olmaktan çıktığı da gözle görülür hale gelmişti... Tabiî Birinci Dünya Savaşı'ndan önceki devrede demek istiyoruz. Yoksa filmciliği bugün bile hiç ciddîye almadan, bir çoluk çocuk eğlencesi olarak görenler yok değil... 1913 yılında Famous Players Şirketinin çevirdiği filmlerden bir tanesi özellikle ilgi çekmişti. Alexandre Dumas Fils'in ünlü romanı Kont Monte Kristo'yu filme çekmek üzere hazırlığa girişen yöneticiler, filmin dekorunun mümkün olduğu kadar gerçeğe uymasını istemişlerdi... Eh, artık sinema seyircisi öyle uydurma dekorlardan pek zevk almaz olmuştu... Fakat zindanlarda çürüyüp sonradan dünyayı dolaşan Monte Kristo'nun yaşadığı yerleri perdede halka göstermek de bugünün ileri tekniğiyle bile kolay başarılamayacak bir iştir... Bir de o günleri düşünün. Fakat Famous Players yöneticileri, ümitsizliğe kapılmadan kolları sıvayıp harekete geçtiler... Monte Kristo'nun kaldığı rivayet edilen zindan, bir tabelacının fırçasından çıkmıştı. Ama masa üzerinde görülen ekmek, o sahnenin çekildiği gün fırından alınmış taze ekmekti!... Yatak ise stüdyo bekçilerinden birinin yatağıydı... Bir film setinde bu kadar gerçekçilik de her halde kâfidir değil mi?... Filmde Monte Kristo rolünü oynayan aktöre gelince. O da sanat dünyasının hiç de yabancı olmadığı bir isim... Ünlü piyes yazarı Eugene O'NeiIl'in babası James O'Neill. Yani, C. Chaplin'in karısının büyükbabası...





EN YAKIŞIKLI ERKEK: Amerikan sinemasının iki numaralı sarışın bombası Jayne Mansfield, Macar asıllı Mickey Hargitay ile evlendiği zaman, iri yarı Hargitay, pazılarını şişirerek gazetelere poz vermiş: «Ben güzellik müsabakasında en güzel erkek seçildim,» diye böbürlenmişti... O zamanlar birçokları «Erkeklerin de güzellik müsabakası olur muymuş?» diye şaşırmışlar ve Mickey Hargitay'ın durumunu yadırgamışlardı. Halbuki bundan elli sekiz yıl önce Francis Bushman adında yakışıklı bir Amerikalı En Yakışıklı Erkek Müsabakası'na girip birinciliği kazanmış ve bu sayede de devrin en beğenilen aktörlerinden biri olmuştu... Francis Bushman için, «1911 yılının Clark Gable» i demek, aktör hakkında yine bir fikir verir her halde. Tabiî böyle yakışıklı, üstelik müsabaka kazanmış bir erkeği macera filmlerinde oynatmak haksızlık olurdu... İşte bunun için Francis Bushman'ın sosyete dramlarında oynaması kararlaştırıldı... Böylece Francis Bushman, şöhret merdivenlerini daha kolay tırmandı. Fotoğrafta en yakışıklı erkeği çevirdiği sosyete filmlerinden birinde rol arkadaşlarıyla beraber görüyorsunuz. Francis Bushman, kravatını genç kadına düzelttiren erkektir. Francis Bushman, yıllarca genç kızların kalplerini hoplattı.





CAZİBELİ VAMPİR: Atice Hollister'in vampir serisi sinema aleminde umulandan fazla ilgi uyandırmıştı. Korku filmlerini özellikle kadın seyirciler seyrettikleri için filmciler de bu hususu daima göz önünde bulundurmak zorundaydılar... Kadın vampir mutlaka şık giyinmeliydi... Filmin konusu da güze! döşenmiş evlerde geçmeliydi... Zamanla seyircilerin hep aynı olayları seyretmekten bıkacağı da akla gelmedi değil... Gerçi günümüzde filmcilerin çoğu hele yerli filmciler, seyirciyi bıktırmaktan hiç korkmuyorlar, ama o devirlerde sinema çok yeni bir eğlence vasıtasıydı ve filmciler, seyircilerinin canını sıkmak, bıktırmak tehlikesini göze alamayacak kadar korkaktılar! İşte bu yüzden Alice Hollister'in vampir filmlerine bazı ilgi çekici dans sahneleri eklemeyi düşündüler... Dans eden, üstelik o günün ölçülerine göre hayli açık kıyafetlerle dans eden bir vampir kadının büyük alâka çekeceği muhakkaktı. Nitekim öyle de oldu... Bu danslı vampir filmi sinemalarda gösterilince yer yerinden oynadı. Hasılat rekorları kırdı. Tabii bu arada muhafazakar Amerikalılar da «Bu ne rezalet, dünyanın sonu geldi galiba, çok yakında kıyamet kopacak,» diye söylenmekten kendilerini alamadılar.





CECİLLE B. DEMİLLE'İN DEVRİ BAŞLIYOR: 1913'te Jesse Lasky'nin kurduğu film şirketine Cecille B. DeMille adında genç ve hevesli bir rejisör de katılmıştı. İki ortak baş başa verip hangi türde film çevireceklerini düşündüler, sonunda da macera filmlerinde karar kıldılar. Bu kararı vermekle ne kadar doğru iş yaptıklarını ise ilk film piyasaya çıkar çıkmaz anlamışlardı. Zira Hollywood'un kızgın güneşi altında hiç bir lamba kullanılmadan tabiî ışıklar altında çevrilen macera filmini herkes pek beğenmişti Fotoğrafta şirketin yöneticileriyle artistlerini bir arada görüyorsunuz. Fotoğrafın sağ köşesinde ayakta duran golf pantolonlu, çizmeli adam, Cecille B. De Mille'dir.





AKTÖR DEDİĞİN İRİ KIYIM OLMALI: Günümüzün 'çita gibi delikanlı', 'çakı gibi aktör', 'fidan boylu aşık' deyimleri, sinemanın ilk devirlerinde hiç de hoşa gitmeyen kelimelerdi. Zira o zamanın rejisörleri, aktör denilince seyircinin mutlaka şöyle kalıplı, kıyafetli adamları gözlerinin önünde canlandırdığını düşünüyorlardı. Hele macera filmlerinin kahramanlarının iriyarı, göbekli, şişkin mideli olmaları şarttı. Bu sebeple, rejisörler, başaktörlerin bol yemek yemelerine, bilhassa dikkat ediyorlardı. Günümüzün şişmanlamaktan korkan aktörlerinin bu satırları okuduktan sonra «Biz keşke o devirde şöhrete ulaşsaydık,» diyeceklerine hiç şüphe yok!



MACK SENNETT'İN AKTÖRLÜK DEVRİ: Amerikan sinemasının tanınmış rej sörlerinden biri olan Mack Sennett, mesleğe aktörlükten başlamıştı. Fakat daha ilk filmini çevirdiği günlerde 'dahiyane' buluşlarıyla rejisörün canını sıkmış, 'ukala' damgasını yemişti. Rejisör David Griffith, bir keresinde Mack Sennett'e o kadar kızmıştı ki, bu yüzden onu kovmayı bile düşünmüştü. Sennett'in, Griffith'i çileden çıkaran teklifi şuydu: Genç aktör, polislerin komik filmler için enteresan bir konu teşkil edebileceklerini ileri sürüyor ve böyle komik bir polisiye film çevirmek istiyordu. Mack Sennett, bir yıl sonra yani 1912'de çalışmakta olduğu Biograph şirketinden ayrılıp Keystone film şirketini kurdu ve buluşlarını kendi şirketi adına çevirdiği filmlerde tatbik etmeye başladı. Fakat 1929 yılında Amerika'yı kasıp kavuran «büyük kriz» Mack Sennett'i de iflâsa sürüklemiştir. Sinemanın bu ünlü yapımcısı sefalet içinde ölmüştür.





HAYDUTUN ÖLÜMÜ: Cecille B. De Mille diğer filmcilerin çalışmalarını taklit etmeyi aklına bile getirmeden peş peşe macera filmleri çeviriyordu... De Mille'in filmlerinin her gün biraz daha fazla beğenilmesinin bir sebebi de bu filmlerdeki dövüş sahnelerinin gittikçe artması ve hareketlenmesiydi... Bu filmlerin iri kıyım aktörleri oyuncak tabancalardan atılan sahte kurşunlarla ölüp ölüp diriliyorlardı... İşte Cecille B. De Mille'in macera filmlerinden birinde yürekleri hoplatan heyecanlı, barut ve kan kokan bir sahne... Yerde bir ölü var. Biraz sonra onun yanına ikinci bir ceset daha düşmüş olacak.

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1968 TARİHLİ 4. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir