Fatma Girik’in Yedi Yüzü



- «Bu benim at üzerinde çekilen ilk resmim... O güne kadar hiç ata binmemiştim. Bir gün rejisör işi tatil etti ve hepimizi sirke götürdü. Hazırlanmamız, minibüse binmemiz falan derken zaman bir su gibi akıp geçti. Neyse, sirke gittik, ben içimden, 'Tuh, bütün ön sıralar dolmuş, keşke erken gelseydik,' derken, beni yakaladıkları gibi çadırın iç taraflarında bir yere götürdüler. Meğer ne bileyim, sirk atiyle film çekecekmişiz! Işıklar hazırlandı, at getirildi. At da at hani, besili mi besili. Herkes merakla bir bana bakıyor, bir ata. İçimden 'Ya düşer de bütün millete rezil olursam,' diyorum, renk vermemek için kahkaha üzerine kahkaha patlatıyorum. Neyse, rejisörün 'Başla' emriyle, muhasara ettiği kaleye saldıran cengaverler gibi «Ya bismillah» deyip atladım ata. Ve işte o günden sonra bu hayvancağıza kanım kaynadı.»





ORKESTRADA

- «Bazı filmlerde rol icabı şarkı söylüyorum ya, sandığım kadar zor bir iş değil o... Kameranın yanında plak çalıyor, ben de söyler gibi ağzımı açıp kapıyorum. Bir filmde 'Aziz kontrbas, sen de akordiyon çalacaksın,' dedilerdi bana. «Yahu ben doğru dürüst ıslık bile çalamam, boşverin Allahaşkına. Hem bana acımıyorsanız kendi kulaklarınıza ve akordeona acıyın,» dedim ama, dinleyen kim? Ben bunları söylerken Aziz Basmacı da orkestranın yanına gitmiş, oradakilere, 'Bunların hangisi kontrbas?' diye soruyordu. Hani, 'Al birini vur ötekine,' derler ya, ikimizin hali tam öyle... Neyse, uzatmayayım, çıktık sahneye, aldık çalgılarımızı ve başladık konsere... Aman Allah, sette durabilirsen dur artık... Kaçan kaçana... Biz de kaçacağız ama. Aziz parmaklarını teller arasına sıkıştırmış, kurtarmak istedikçe o kemanın ağababası, acayip acayip sesler çıkarıyor, bense, omzuma sıkı sıkı 'sarılmış' akordeondan bir türlü kendimi kurtaramıyorum. Neyse, sonunda kaçanlardan biri kulaklarına pamuk tıkayıp içeri girdi ve bizi 'kurtardı'. Bir daha mı akordeon çalmak, tövbeler tövbesi !...»





SERDE ERKEKLİK VAR, AĞLAYAMAZSIN...

- «Sabah erkenden sete gitmiştim... Beni hemen kuytu bir köşeye çekip 'otur' dediler, oturduk. Oturur oturmaz, 'Dur aman, ordan tutma' demeye kalmadı, başımdaki peruğu çekip çıkardılar. Oralarda dönüp dolanan bir makyör de gelip mükemmel bir «Douglas bıyık» taktı mı sana? Birden içim gitti... Kolay mı? O günlerde İstanbul'a gelen bir striptease grubundaki kadınların, aslında erkek olduklarını gazetelerde okumuştum. İster misin beni de erkek kıyafetine sokup o karı kılıklı erkeklerin içinde «erkek» rolüne çıkarsınlar! Yeşilçam bu. Olmaz diye bir şey yok. Ağlayacağım, ama dişimi sıkıyorum. 'Serde erkeklik var, ağlayamazsın...' Hem ağlarsan bıyık da düşer. Neyse sonunda iş anlaşıldı. Benim halime uzun uzun gülen rejisör, 'Bunca filmde jönfi oynadın. Bir filmde de jönprömiye oyna, n'olur yani.' deyince akan sular da duruverdi tabii...»





ŞENOL, BİROL, GOOOOOL!

- «Mukavelenin üzerindeki imza daha kurumamış. 'Ben gidiyorum. Ne zaman başlıyoruz,' dedim. 'Daha belli değil, biz sana bildiririz,' dediler. Aradan bir hafta geçti geçmedi, bir gün telefon çaldı, açtım, «Fatma Hanım, yarın sabah malzemelerinizi alıp Mithatpaşa stadyumuna gelin,» dediler. Bir sevindim, bir sevindim ki sorma. 'Her halde çok formumdayım. Beni milli takıma aldılar,' dedim ve 'malzemelerimi geceden hazırlayarak dedikleri saatte stada gittim. Meğer bütün ümitlerim boşuna imiş. Kamerayı kurdular, Şenol'la Birol'u da yanıma katıp üçümüzü yemyeşil çayıra salıverdiler. Koştur baba koştur. Yalnız Şenol'la Birol'a bakıp «Yahu şu topa ben de bir kafa vurayım,» dedim. Aman Allah, yandım Allah! Beynim sanki içine çöküyor sandım. Kafa vuruşlarını saymazsanız futbol gerçekten çok zevkli bir spor.»





DANS, DANS, DANS

- «Her şey bu filmle başladı... Daha önce bir Allah'ın kulu gelip de, 'Fatoş gel sahneye çık. Seni dansöz yapalım,' demedi, ama bir filmde dans edince teklifler çorap söküğü gibi uzadı gitti. Bu gidişle devam edeceğe de benzer. Sizin filmde iki dakika gördüğünüz o dans sahnesi için kaç defa ayna karşısında prova yaptım bir bilseniz. Ama laf aramızda, size bir şey söyleyeyim mi? Ye - Ye, Shake gibi yeni danslardan çok daha fazla sevdim oryantali, yani öz Türkçesi 'Göbek Havası'nı!»





JUDOCU

- «Bir filmde kadın polis rolü oynuyorum. film icabı benim iki misli kilomdaki erkekleri boş çuval gibi fırlatıp atmam lazım. Beni alıp Kadıköy'e götürdüler. Halk Eğitim Merkezi'nde çok efendi bir judo hocası bana judo dersleri verdi. Bakın mesela, resimdeki adamı bir an sonra havaya kaldırıp yere vuracağım. Nasıl mı? Çok basit... Kalkın ayağa, kotunuzu bana vurur gibi uzatın şöyle... Haaah, oldu... Bakın şimdi... Hooooopl...»





BALIKÇI

Fatma Girik'in balıkçılığının hikayesini uzanıp kalakaldığımız halının üzerinde dinliyoruz.

- «Ben dalgıç kızıyım. Oldum olası severim denizi. Bir filmde fakir bir genç kızı oynuyordum. Filmin bir yerinde balık satacağım. Hani köprü üzerinde 'balık-ekmek 25,' diye bağıran satıcılar var ya... işte öyle. Izgara geldi, kamera gizlendi. Rejisör uzaktan «başla» diye işaret ediyor. Ben de güzelce temizlenmiş balıkları sıcak yağın üzerine döküp 'Balık-ekmek 75! Balık-ekmek 75!' diye bağırmaya başladım. Yoldan gelip geçenler, başıma bir birikti ki sormayın. Şaka, film falan derken, ben ciddi ciddi satışa başladım. Kalan üç parçayı da kenarda beni seyreden küçük çocuklara hediye ettim. Bir sevindiler ki sormayın!...»

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1968 TARİHLİ 21. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir