Senih Orkan ile Dünya Turu

Senin Orkan’ın on parmağında on marifet vardır. Şairdir, yerli film oyuncusudur, tiyatro sanatkarıdır, reklamcıdır, takdimcidir. Geçenlerde Senih bu marifetlerine bir yenisini daha ekledi. İki saatin içinde kıyafet değiştirip çeşitli milletlerin vatandaşı kılığına büründü ve sonunda ”Kimse alınmasın ama Türk olmak başka şey” dedi.





HİPPY

«Merhaba falan yok. Merhabayı kaldırdık. Biz adıyla şanıyla hippy'yiz hippy. Var mı bir itirazı olan... Siz mi? Verin dilekçenizi 'bakayım' Hah, bu olmaz, pulu eksik... Başka... Yok demek. Evet, biz zamana inanmayız, paraya pula kıymet vermeyiz. Hoş kıymet versek de vermesek de bir şey fark etmez. Çünkü ne para bizi tanır, ne de biz onun en küçük parçasını tanıyabildik bugüne dek. Ahiler, ablalar işin aslına bakarsanız ben Hippy, Mippy falan değilim... Ama geçenlerde Tophane'de arkadaşlarla otururken bu dümen aklıma geldi. Hemen bir koyun postu uydurup sırtıma geçirdim. Saçlar dersem zaten ezelden beri o biçim... İki Yes, bir No ile geçinip gidiyoruz işte! Haa, bu yanımdaki kadın mı? Ne bileyim yahu... Geçenlerde Sultanahmet'te peşime takıldı. Yalnız biraz enayi, fukara. Tutturmuş daha ileriye gidelim, yeni memleketler görelim diye. Zor giderim ben, bugünlerde en avantajlı iş bu «Hippy» lik dalgası abicim. Türkiye'de misin? Hippy olacaksın, gerisini düşünmeyeceksin. Hayatın düşeş diyorum.»





Sİ-EN-NİH O-RKKAN

Çekik gözler, sarı bir ten, çabuk hareketler ve kısa boy... Tanıdınız mı beni? Pearl Buck'ta ben varım, pirinç pilavında ben varım, 'Sayanora'da ben varım, ilk şarkımda sen varsın, son şarkıııımda yine... Pardon, n'aparsınız, alışkanlık işte... Arada kaçırıveriyoruz... Evet ne diyordum, haaa pilavı bazı ülke halkları gibi elle yemeyiz, ince uzun değneklerle, pardon küçük sopalarla yeriz. Önce biraz zordur, ama alışınca çok zevkli olur. Bakın, size de göstereyim. İşte şu iki değneği böyle tutacaksınız. A, olmadı elimden kaydı. Neyse bir daha, işte böyle... Gene olmadı... Hıh biraz heyecanlıyım da. Neyse bu defa olacak... Şöyle iki parmağınızla... Dur ulan, değnek misin nesin dur be!...»





HACI EL SENİH

«Esselâmün aleyküm... Bilcümle er kişiyi canı yürekten, aklı gayri kâfi uzun saçlıları da âdet yerini bulsun diye selâmlarım efendim. Şehr-i Stanbulu fevkalade beğendim, mahzuz oldum. Buz var mı? Yok size değil, garson el teşrifatçıya beyanatta bulundum. Hani, öğünmek gibi olmasın, az önce tatlı yedim de içimi bastırsın diye biraz şekerli içiyorum. Avvââât, ne diyorduk efendim... El Seydü zeytullah, Hacı Abdullah'a refik olarak bu mahalli ziyaret eyledik ve gayet eğlendik. Beyaz tenli rakkaselerin rakslarını, saçlarını sümma hâşâ kadın teşbih uzatıp salıvermiş erkeklerin danslarını seyreyledik, antrakta birer şişe kapalı ayran içtik.



Nedim deyu bir şairin vakti zamanında «Bir sengine yekpare Acem mülkü fedadır» dediğini duyup ne olur ne olmaz diye iki kaldırım taşını cebimize attık. Birer servirevan hıramanı peyleyip Göksu'ya seyran eyledik ve onlara gayet letafetli, hoş rayihalı gazoz ikram eyledik. Urumelihisarına oturduk. Sonra da bir türkü tutturduk. Arkasından da balık denen o leziz mahluklara servirevan hırahmanla birlikte birer zoka yutturduk... Gayetle tabii sonunda da zokayı biz yuttuk!... Velhasıl kelam memleket-ül Stanbul'u pek ziyade beğendik ve pek ziyade sevdik.»





DON SENİHOS BONOZEDOS EL ORKİNOS

«Bueno sera signore, bueno sera signorita... Nasılsınız, iyi misiniz? Size arenalar ve gitarlar diyarının, kor dudaklı, kömür gözlü dilberler memleketinin havasını getirdim... Buyrun, iyice koklayın... İstanbul'unuzu gerçekten çok sevdim... İstanbul'u sevdim de erkeklerinizi pek gözüm tutmadı nedense. Sonra ne yalan söyleyeyim size acıyorum, hem de pek çok... Neye mi? Siz Türkler hiç boğa göreşi seyredemeyeceksiniz de ondan. Biz İspanyollar, boğa güreşi seyredemeyen insanlara insan gözüyle bakmayız...



Ne gözüyle mi bakarız, boğa gözüyle tabii... Aklınız varsa, bir an önce boğa ve matador yetiştirmeye bakın... İşte o zaman boğa güreşi seyredip canı gönülden 'Ole' diye bağırırsınız. 'Ole' dedim de aklıma geldi. Geçen gün arkadaşlar beni sizin arenaya götürdü. Bizde arenalarda bir boğa, bir matador, bir de toreador ve atlar bulunur. Sizin arena bizimkinden daha da kalabalık. Ortada habire tekmelenen o zavallı yuvarlak meşini saymazsak tam 25 kişi vardı arenanızda. Herkes durmadan 'Yuh' diye bağırıyordu. Bunların 'Ole'si de 'Yuh' her halde diye düşündüm. Öyleyse hepinize birden 'Yuuuhh' diyecek oldum... Sonrası mı? Sonrasını hatırlamıyorum... Gözümü açtığım zaman hastanedeydim ..»





MONSİEUR SENİKH

«Muhterem Madamlar ve Mösyöler... Affedersiniz, insan memleketinize gelip üç dört sene Taksim'de oturursa böyle Fransızca konuşuyor işte! Neyse, yakında kalbimde en tatlı hatıraları taşıyarak memleketime döneceğim (laf nasıl laf). E, bu kadar kopyadan sonra anlamamak için şey olmak lazım yani. Evet, doğru tahmin ettiniz, bravo, var size çok aferin. Ben su katılmamış bir Fransızım...

Soyumda rakı olsaydı belki su katılmış da olabilirdim ama ben sek bir Fransızım. Bunu böylece belirttikten sonra...



Ah, pardon. Buradan kültür heyetine gidip bir konuşma yapacağım da... Başladım mı arada birkaç cümle kaçıveriyor işte. Mersi!... Evet, ne diyordum. Ne diyeceğim, kendimden bahsediyordum. Her Fransız'da biraz aşk, biraz kadın bulunur. Her Fransız'da biraz Napoleon Bonaparte, biraz Brigitte Bardot vardır... Yanlış, yanlış. Her Fransız'da değil, bazı Fransız'larda biraz B. B.'lik vardır, diyecektim. Biliyorsunuz değil mi? Biz, B. B.'ye «Milli Anne» deriz. Hatta onun için pul bile bastırttık. Tabii onların sırtı da diğer bütün pullar gibi zamklıydı ve dilimizle ıslatarak zarfın üzerine yapıştırıyorduk. Beyefendi, rica ederim o müstehcen gülüş de ne demek oluyor yani!... Ne yalan söyleyeyim, memleketinizde hiç yabancılık çekmedim. Kendimi memleketimde sandım, çünkü her yerde Fransızca konuşuyorlar...»





Mr. SYNH ORCAN

«Good morning everybodv. My name is Orcan... Evet, bildiniz. İngiliz'im. Üzerinde güneş batmayan imparatorluğun bir ferdi olarak kraliçelerinin hizmetinde ve emrindeyim. Hayatımda en çok kullandığım kelime «l'm Sorry» dir ve de böyle olmayan İngiliz, İngiliz değildir. Siz aksini mi söylüyorsunuz, l'm sorry ben hâlâ aynı kanıdayım. Fikrinize iştirak etmiyorum l'm sorry ama söz hakkınızı ölünceye kadar müdafaa edeceğim. (Ulan ne oluyor, harp mi ediyoruz lâkırdı mı anlatıyoruz?) Neyse araya Voltaire’den bir cümle attık da «neşeli» oldu. Neyse, biz gene 'İngilizce' konuşalım, yani İngilizler gibi... Efendim biz kibarlığa çok önem veririz.



Sizin şarapçılarınız gibi bizim de sokaklarda içen bazı 'centilmen'lerimiz vardır, ama onlar yanlarına muhakkak bardak alırlar. Sokaklarda gezerken ufak ufak demlenirler, ama sizinkiler gibi ağızlarını şişeye dayayarak değil tabii... Önce şişeden bardağa koyarlar, sonra da bardağı üç parmakla tutup içerler. Küfelik olan bir centilmenin kendini taşıyan hamala teşekkürü unuttuğu için intihar ettiği hâlâ hafızalardan silinmemiştir. (İyi cins silgi var mı?). Az kaldı unutuyordum, bizde bir de Mandy var... Geçenlerde buraya gelip bir kulüpte şarkı söylemişti, ama her halde daha önce hiç bir yerli filmde oynamadığı için olacak yüz bulamayıp haftayı doldurmadan dönmüştü. See you later... Yours sincerely. İmza mühür ve 16 kuruşluk damga pulu.»





...VE... NİHAYET İŞTE TÜRK’ÜZ

Evveeet, şaka bir yana biraz da biz bize, ciddi ciddi konuşalım. Şairim, takdimciyim, sanatçı olduğumu söylüyorlar; bütün meşakkatlerini ancak içindekilerin bilebileceği bir mesleğin sahibiyim. 'Yerli film oyuncusu'yum. Yaprak'la Toprak adlı dünyanın en güzel çocuklarının babasıyım. İyi yemek yaparım, sıkışırsam dikiş de dikerim, çamaşır da yıkarım, bulaşık da... Sözün kısası her genç kızın hayallerinin erkeğiyim ben... İsteklilerin 'Al beni, mesut olalım' rumuzuna... Haydi, gene sapıttık. Şunu diyecektim, bu saydıklarımın hepsi bir yana sadece Türk olmak bile Allah'ın biraz hassas, biraz içli yarattığı Senih Orkan kuluna mutlulukların en büyüğünü tattırıyor. Bütün okuyucularım, seyircilerim ve dinleyicilerimin hesabına, Türk yaratıldığımız için binlerce minnet, binlerce şükran sana Tanrım. Yabancılar mı? Onlara da binlerce teşekkür. Yurdumuza gelip bize bol bol döviz bıraktıkları için!»

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1968 TARİHLİ 12. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir