1968’in Genç Jönleri

Eskiden Hollywood’da şöhrete ulaşmak gayet kolaydı. Bir film çevirip bir de Hollywood‘da galası yapıldı mı mesele kalmazdı. O filmde oynayan kadın artist de, erkek artist de şöhrete ulaşmış sayılırdı. Ama bugün artık bu eski mucizelerin hiç biri işe yaramıyor. Sinemada şöhret ve servete kavuşmak bir hayli zor oluyor. Hatta bazı aktörler, gençlik yıllarında sinemaya merak sarıp stüdyoların kapılarını aşındırdıktan sonra ancak orta yaşlarda şöhrete ulaşmak imkanını elde ediyorlar. Bu bakımdan da şöhrete ulaşacakları tahmin edilen artist adaylarının hepsinin okulunu yeni bitirmiş, bıyıkları terlememiş delikanlılar olduklarını düşünmek doğru değil.. Ancak kırkından, kırk beşinden sonra adını sinema dünyasında duyurmuş, armağanlar, madalyalar almış pek çok aktörü örnek olarak gösterebiliriz…

Hollywood filmcileri, stüdyolara girip çıkan artistlerin 1967 yılındaki çalışmalarını inceledikten sonra, 1968 yılında şöhrete ulaşacağını tahmin ettikleri aktörleri şöylece sıraladılar:





WALTER MATTHAU

Hollywood da yediden yetmişe kadar herkesin sevdiği bir aktör var: Walter Matthau... Yıllardan beri Hollywood'da çalıştığı halde, ancak geçen yıl dikkati çekebilen Walter Matthau, geçen yıl yardımcı aktör olarak Oscar Ödülünü kazandıktan sonra, herkes onunla ilgilenmeye başladı. Walter Matthau, sinemaseverlerin dikkatini çekmeden önce, on sekiz film çevirmişti.



Kırk beş yaşındaki aktör, okul sıralarındayken Hamlet rolünü oynamış ve o günden sonra da, etiyle, kemiğiyle sahneye bağlanmıştı. İkinci Dünya Savaşı'na havacı olarak katıldıktan sonra, gazetecilik öğrenimi yaptı. Fakat onun aklı fikri tiyatrodaydı. Küçük seyyar tiyatro truplarında iş buldu. Derken bir televizyon piyesinde rol aldı. Broadway'deki tiyatrolardan birinde de çalışma imkanını elde etmişti, ama garip bir talihsizlik eseri, oynadığı piyeslerin hiç biri bir aydan fazla afişte kalmadı. Elia Kazan'ın «A Face In The Crowd» kalabalıkta Bir Yüz) isimli filminde oynaması, Walter Matthau'nun şöhret yolunda bir adım ilerlemesini sağladı. Fakat birdenbire de şöhrete ulaşamadığı için New York'la, Broadway arasında yıllarca mekik dokumak zorunda kaldı.. Jack Lemmon'un baş rolünü oynadığı «Fortune Cookine» isimli filmdeki oyunu ile bir Oscar heykelciği alması Walter Matthau'nun şansını değiştirdi.





PETER MCENERY

Walt Disney stüdyolarının idarecilerinden biri Peter McEnery'yi gördüğü zaman «İşte yeni bir Errol Flynn» demişti. Gerçekten de uzun boylu, esmer yakışıklı bir delikanlı olan Peter McEnery, genç kızların çoğunun hoşlanacağı tipte bir delikanlıydı. Roger Vadim'in Fransa'da «La Curee» filmini çevirirken Jane Fonda'yla beraber Peter McEnery'yi de baş rolde oynatmıştı... Jane Fonda'nın ateşli aşığı rolünde büyük haşan gösteren genç aktöre, böylece şöhret yollan da açılmış oldu... Sinemaya geçmeden önce, İngiltere'de tiyatrolarda dekoratör olarak çalışmıştı. Genç aktörde tiyatro aşkı, küçükken annesiyle, babasının ona yaş günü hediyesi olarak kukla hediye ettikten sonra başlamıştı. Tiyatrolarda küçük rollerle sahneye çıktıktan sonra ise Dirk Bogarde'ın baş rolünü oynadığı «Kurban» filminde rol aldı. Daha sonra Hayley Mills ile «The Moon-Spinners» isimli filmi çevirdikten sonra ise filmciler, onunla ilgilenmeye başladılar.

Peter McEnery'nin son çevirdiği «Rasputin» de 1968 yılı içinde gösterilecek. Ve hiç şüphesiz Peter McEnery için hayatının bir dönüm noktası olacak.





JAMES FOX

Bundan kısa bir süre önce Julie Andrews ile «Thoroughly Modern Millie» isimli komediyi çeviren James Fox, 1939'da Londra'da doğdu. İngiltere'nin en ünlü erkek okullarından Harrow Koleji'nde öğrenimini yaptı. Hangi mesleği seçeceğini düşünmeye fırsat bulamadan sahne aşkının bütün benliğini sardığını fark etti. Dirk Bogarde ile çevirdiği «Servant» (Uşak) filmi, sinema dünyasında dikkatlerin bu genç adamın üzerinde toplanmasını sağladı. 1963 yılında «yılın en ümit verici aktör adayı» seçildikten sonra, Hollywood filmcileri de onunla ilgilenmeye başladılar. Marlon Brando ile «Chase» (Takip) isimli filmde oynadıktan sonra, genç aktör adayına karşı duyulan ilgi adamakıllı arttı.





ALAN ARKIN

Amerikan sinemasının «Peter Sellers»'i olarak isim yapan Alan Arkin, otuz bir yaşında, dalgın bakışlı, esmer bir delikanlıdır... Broadway'de şöhretini yaptıktan sonra Hollywood'a gelmiş ve geçen yıl da bütün dünyada hasılat rekorlarını kıran «Ruslar Geliyor» isimli filmde baş rolü oynamıştı. New York'ta doğmuş olan Alan Arkin'in babası mühendisti. Arkin'ler, baba Arkin'in işleri dolayısıyla New York'tan Los Angsles'e taşınmışlardı. Alan Arkin de burada lise öğrenimini yapıyordu. Fakat bir arkadaşından aldığı mektup delikanlının kaderini değiştiriverdi. Arkadaşı bir hafif müzik topluluğu kurmuştu ve Avrupa'da turneye çıkmak istiyordu. Alan'ın da bu toplulukla beraber Avrupa'ya gitmesi mümkündü. Delikanlı okulu bırakıp arkadaşlarıyla yola çıktı. Topluluk dağıldıktan sonra ise Alan Arkin, polisiye hikayeler ve şarkı güfteleri yazarak hayatını kazandı. Hollywood'da çevirdiği ilk film onun rol kabiliyetinin üstünlüğünü meydana çıkarmaya yetti.





TOMMY STEELE

İngiliz asıllı şarkıcı aktör Tommy Steele, Londra'da şarkıcı olarak dikkati çekip şöhrete ulaşmıştı. Genç müzikseverler, Tommy Steele'i başarılı bir müzikçi olarak tanıyorlardı. Fakat bir süre sonra Broadway sahnelerinde müzikal piyeslerde rol almaya başladıktan sonra müziğe karşı eski ilgisi kalmadı... Genç şarkıcı, bir film şirketinin hayat hikayesini filme çekmek istemesi üzerine birden aktörlüğü benimseyiverdi. Evlendikten sonra ise Londra'da «Old Vic» tiyatrosunda çalışmaya başladı. 1966'da Hollywood'a gelip «Happiest Millionare» (En Mutlu Milyoner) isimli filmde rol aldı. Son olarak da «Finian's Rainbow» filminde baş rolü oynadı. 1968 yılında Tommy Steele'in hayranları, genç şöhreti bir şarkıcı olarak değil, ünlü bir sinema aktörü olarak alkışlayacaklar.





MICHAEL POLLARD

Kısa boylu, ablak yüzlü delikanlı son zamanlarda, sinema dünyasında başarılı bir karakter oyuncusu olarak dikkati çekti. Broadway sahnelerinde bir hayli çalıştıktan sonra, Hollywood'a geçen Michael Pollard, son olarak da Warren Beatty ile Faye Dunaway'in baş rollerini oynadıkları «Bonnie and Clyde» filminde rol aldı. Eleştiricilerin kanaatine göre Michael Pollard, bu filmde başarılı oyunu ile zaman zaman Warren Beatty'yi gölgede bırakmıştır. Eşi Anna Tolstoy ile beraber Hollywood'da oturan Michael Pollard'ın ileride bir Edward G. Robinson olacağı tahmin ediliyor.





JOHN HURT

John Hurt'e kendini tarif etmesini söylerseniz, hemen «kırık burunlu, ufak tefek, zayıf, çelimsiz bir İskoçyalı» diye söze başlar ve kendini kötülemek için ne şekilde konuşmak gerekirse öyle konuşur.. Fakat bu kırık burunlu genç aktör, geçenlerde John Huston'un

«Sinful Davey» (Günahkar Davey) isimli filminde oynamaya başladı. 1940 yılında doğmuş olan John Hurt'un babası, İngiliz asıllı bir din adamıdır. Dokuz yaşındayken Alec Guinness'i «Oliver Twist» filminde seyretmiş ve o yaşta aktör olmayı aklına koymuştu. Önce güzel sanatlar akademisine gitti. Buradan başarılı bir öğrenci olarak diploma aldı ve burslu öğrenci olarak Londra Kraliyet Tiyatro Akademisi'ne yazıldı. Okulu bitirdikten bir süre sonra Paui Scofield ile beraber «A Man For All Seasons» (Her Devrin Adamı) isimli filmde rol aldı. John Huston bu filmi seyrettikten sonra «Sinful Davey» için onu angaje etti. Genç aktör, «Gerçek bir sanatçı, her rolde başarı ile oynayabilmelidir» demektedir.

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1968 TARİHLİ 3. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir