5.Antalya Film Festivalinin Perde Arkası!

Antalya Belediyesi’nin şehrin turistik değerini artırmak amacıyla tertiplediği festivallerin beşincisi diğer dördüne nazaran çok durgun ve sönük geçerken bilinen bir gerçeği bir daha ortaya koydu: Festival her geçen gün sinema sanatına sırt çevirmektedir ve bunun mesulü de zannedildiği gibi sadece Antalya Belediyesi değildir. Bu haftadan itibaren, sizlere, yer darlığı yüzünden bahsedemediğimiz olayları verecek, festivalin yorumunu yapacağız.



Deveye sormuşlar, «Boynun neden eğri?» Devecik şöyle bir düşünmüş, bir su birikintisi bulup kendini uzun uzun süzmüş, sonunda dönüp «Nerem doğru ki?...» demiş! Antalya Festivali de böyle. Baştan sona kadar aksaklıklarla, hatalarla, yanlışlarla dolu bir festival. Festivalin başladığı günden bitimine kadar Antalya'da kaldıktan sonra dönüşümüzde not aldığımız kağıtları önümüze yayıp düşünmeye başladık. Bahsedilecek o kadar çok olay var ki. En iyisi işe başından başlamak.





ÖN ELEME 

Antalya Belediyesi, Prodüktörler Cemiyetine festival için müracaat edince Cemiyet hemen 4 kişilik bir «Festival Komitesi» seçmiş. Ve Memduh Un, Nevzat Pesen, Dr. Arşavir Alyanak, Hüsnü Cantürk'den kurulu komite bir yıldırım hızıyla çalışmaya başlamıştı. Telefonlar işledi, mektuplar yazıldı ve festivale katılmak isteyen prodüktörlerin komiteye müracaatları istendi. Festivale katılmak isteyen filmci, filmin bir kopyasını koltuğunun altına alıp cemiyete gidecekti. Film teslim edilip vezneye de 150 lira yatırıldı mı, mesele kalmıyordu.



Aradan birkaç gün geçince komite nasıl, «iki ayağının bir pabuçta kaldığını» anladı. Festivale katılacak filmler komiteye gelmeye başlamıştı ama bu filmleri seyredip içlerinden bir kısmını eleyecek jüri bir türlü toparlanamıyordu. Çeşitli şahıslara, türlü kuruluşlara telefon ediliyor, bununla yetinilmeyip dostluklar, ahbaplıklar araya karıştırılıyor fakat yine jüri üyeliğini kabul edecek «babayiğit» bulunamıyordu! Geçmiş yılları hatırlayanlar, «Jüri üyesi olur musunuz?» teklifini duyar duymaz, her ne hikmetse savaşmayı tercih ediyordu. Neyse, sonunda 5 kişiden «evet» cevabı alınabildi. Jüri üyelerinin isimleri açıklanınca herkesi de bir telaş aldı. Bir rejisör, «Yahu filmleri bu jüri değerlendirecekse yazı - tura atsınlar daha iyi» diyordu. Komite rejisörün, bu teklifini (!) tabii kabul etmedi ve filmleri 5 kişilik ön eleme jürisinin seyredip elemesi kararını aldı. Hüsnü Cantürk, Kâmi Suveren, Leon Sason, Recep Ekicigil ve Ferhan Uçoklar, Erman Film Stüdyosu'nda katılmak için müracaat eden 15 filmi seyre başladılar ve bu filmlerden sekizini Antalya'ya göndermek üzere ayırdılar.





DEDİKODU TATLI ŞEYDİR...

İlk eleme neticelerinin açıklanmasıyla dedikodular da başladı. İddialara göre filmlerin birçoğu 5 kişilik jürinin ancak 1 veya 2 üyesi tarafından seyredilmişti. Neticeleri eleştirenlerin bir kısmı da, «Dünyada bu kadar talihli jüri görülmemiştir» dedikten sonra hemen ilave ediyorlardı. «Şimdi kimse neticeleri didik didik edemiyecek, katılan filmlerin hepsi ''al birini, vur ötekine'' dedirtecek cinsten. Ya hepsi de kaliteli, hepsi de güçlü film olsaydı bu jüri n'apardı?»



Bu iddialara rağmen iki film jürinin epey «başını ağrıttı». Filmlerden biri Akad'ın, «Kızılırmak - Karakoyun»u idi. Seyreden herkes tarafından çok beğenilen bu film elemeye girememişti. Bu konuda ilk duyulan haber şuydu. Filmin yapımcısı gelmiş, festivale katılmak istediğini bildirmişti. Yalnız yapımcının jüriden bir ricası vardı. Elinde fazla kopya yoktu. Bu bakımdan stüdyoya filmini getirememişti. Filmi Beyoğlu'ndaki bir sinemada oynuyordu. Jüri üyeleri acaba zahmet edip sinemada filmi seyderebilirler miydi? O günlerde dolaşan rivayetlere göre jüri bu isteği reddetmiş ve, «Biz ancak stüdyoya gelen filmleri seyrederiz» cevabını vermişti. Neyse, aradan biraz zaman geçince iş anlaşıldı. «Kızılırmak - Karakoyun» filminin yapımcısı iflâs etmiş, film de icra marifetiyle Lamek Film'e satılmıştı. Bu durumda, jüri sinemaya gitse, filmi seyretse ve Antalya'ya gönderilecek filmlerin içine katsa bile o film «fiilen» festivale katılamayacaktı. Ortada Antalya'ya gönderilecek kopya yoktu.



Ön eleme jürisinin başını ağrıtan diğer film de «Seyit Han»dı. Türk Sinematek Derneği tarafından dış memleketlerdeki festivaller için tavsiye edilebilecek nitelikte görülen film, ön eleme jürisi tarafından, elenmişti. Bu «eleme» de çeşitli tenkitlere hedef oldu. İşin daha enteresan yönü, «Seyit Han» elemede sadece 1 oy alabilmişti ve her üye o tek oyu kendisinin verdiğini söylüyordu. Tabii bunlar hep söylenti...





«FESTİVAL SABOTE EDİLİYOR»

Bu dedikodu fırtınası arasında gözden kaçan çok önemli bir husus daha vardı. Yerli sinemanın en «zirve» filmlerini yapan ve sayıları bir elin beş parmağını ancak aşan rejisörler de festivale karşıydılar. Mesela geçen yıllarda festivale katılması istenen Metin Erksan bunu reddetmiş ve, «Jüride benim filmimi değerlendirecek kaç kişi var?» demişti. Halit Refiğ jüriye katılma teklifini bir an bile düşünmeden kabul etmemişti. Duygu Sağıroğlu —söylendiğine göre— festivale çağırılmasına çok kızmış, «Galiba bana hakaret etmek istiyorsunuz» demişti. «Kızılırmak - Karakoyun» filminin rejisörü Lütfi Akad, diğer iki filmini festivale sokan yapımcıya, «Benim filmlerimi bu festivale niçin sokuyorsun?» şeklinde tarizde bulunmuştu.





Bu kargaşalıkta komite, çocukların bile düşmeyeceği bir hataya düştü. Türkiye'deki en büyük sinema derneği (6.000 üyeli) olan Türk Sinematek Derneği bazı rejisörler tarafından «tu kaka» ilan edildiği için, sırf rejisörleri kırmayalım diye o derneğe hiç bir çağrıda bulunulmamıştı. Buna karşılık üye sayısı 400'ü bile bulmayan ve o rejisörler tarafından desteklenen Türk Film Arşivi (yine bu rejisörleri kazanmak için) jüriye davet edilmişti. Arşiv de önce, «Olur» deyip komiteyi ümitlendirdi, sonra da cayıp jüriye katılmayı reddetti. Bu durumda komite ne İsa'yı, ne Musa'yı memnun edebilmişti. Zaten hata da hep bu herkesi memnun etme telaşından doğdu ya...



Antalya'da, İstanbul'dan gelen «festival ilgilileri» bunları anlatıyor ve «Ne yapalım? Baş vurmadığımız adam kalmadı, ama hepsi ''olmaz''ı yaraştırdılar» diye dert yanıyorlardı. Artık iş, iyice çığırından çıkmıştı. Reddedenlere göre ise, «Çoğunluğun karşı tarafta olacağı bir jüriye katılıp suça iştirak etmenin bir manası yoktu.» Tabii bu da alenen büyük jüriyi kötülüyor ve onların çaresizlik içinde derlenebilen bir topluluk olduğunu ifade eder bir anlam kazanıyordu.





İSTİM ARKADAN GELSİN

Jüri kavgası Antalya'da da devam etti. Belediye, yeni seçimden çıkmış, festivale gereğince hazırlanamamıştı. Filmler gelmişti, ama gösterilerin hangi sinemada oynayacağı bile belli değildi. Üstelik bunca zahmetlerle derlenen jüri de —yine— eksikti. Orhon Ar burnu, Mengü Yeğin ve Vedat Ar gelmemişlerdi. Bu durumda 15 kişilik jüri 12'ye iniyordu. Sanki bütün bunlar yetmezmiş gibi jüri üyelerinden birçoğu «değerlendirme»'nin nasıl olacağından bihaberdiler. İş tam bir Arap saçına dönmüştü! Her kafadan bir ses çıkıyordu. Kimse ne yapacağını bilmiyordu.



Yapılan ilk toplantıda gelmeyen 3 üyenin yerine «mevcut»tan 3 kişi seçilmesi teklif edildi, ama bu kadar «hafifliğin» biraz fazla olacağını düşünenler, «Bekleriz. Gelmezlerse 12 kişilik jüriyle filmleri seyrederiz» dediler de bu suretle Antalya sokaklarında jüri üyesi aranmasının önüne geçilebildi. Ama, değerlendirme sistemi üzerine çıkan ihtilâf tatlıya bağlanamadı. Toplantıdan çıkan üyelerden üçü istifa ettiklerini söylüyorlardı. Bu «istifa» ortaya garip bir durum çıkardı. Üç üyeden birinin istifasını geri aldığı, diğer ikisinin «kararlı» oldukları söyleniyordu. Sonunda «istifaya kararlı» oldukları söylenen iki üye sonuna kadar jüride kaldılar, buna karşılık hemen o gün istifasını geri aldığı söylenen Burhan Arpad uçak biletini aldı ve film gösterilerinin başladığı gün İstanbul'a döndü.

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1968 TARİHLİ 27. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir