Dünya Sinema Tarihi



TAKLİT SANATI: Beğenilen, takdir gören bir malın benzerini başka bir isim altında yeniden piyasaya sürmek, ticaret hayatında, taklit sanatının icaplarından sayılır. Taklitçilik, iş ahlâkına uygun mudur, değil midir biz bunun tartışmasını hukukçulara bırakıyoruz.! Ancak taklitçilik Türk filmciliğinin sembolü haline gelmeden çok çok önce Amerikalı filmciler bu sanatı benimsemişlerdi! Örnek mi istiyorsunuz, hemen verelim. İşte mesela Gloria Swanson, 1919 yılında Zukor'un idaresinde «Kocanızı Değiştirmeyin» isimli bir film çevirmiş ve sinema seyircileri bu filmi pek beğenmişlerdi. Rakip firmalar bu başarıyı görünce boş dururlar mı hiç? Bir yıl sonra Cecile B. De Mille, Gloria Swanson'a aşağı, yukarı aynı konuda, fakat değişik isimle bir başka, film çevirtiverdi. Gloria Swanson'un çevirdiği bu filmin adı, «Karınızı Niçin Değiştiresiniz?»di.





EN İYİ FİLM: 1920 yılında, yani Amerikan sinemasının en büyük armağanı olan Oscar'ın dağıtılmasına başlamadan yedi yıl önce, bütün sinemaseverler, «Humoresque» isimli filmin yılın en iyi filmi olduğu konusunda fikir birliğine varmışlardı. Fanny Hurst'ün ünlü bir romanından alınan bu eser, sıfırdan başlayıp ünlü bir kemancı olan bir Musevi çocuğunun hayat hikâyesini anlatmaktaydı. Paramount Şirketinin aracılığıyla dağıtımı yapılan bu film, gösterildiği ülkelerde büyük ilgi görmüştü. Paramount bu filmi sinemalara, Çek bestecisi Dvorak'ın «Humoresque» isimli romantik parçasının çalınması şartıyla veriyordu. Yıllarca sonra, sesli film çevrilmeye başlandığı zaman aynı konu müteaddit defalar işlenmiş, fakat bu defa filmde başrolü oynayan sanatçılar, Dvorak'ın Humoresque'ini çalmışlardı. Bu ilgi çekici filmin ilk çevrilişinde Musevi çocuğun annesi rolünü oynayan Vera Gordon, çok başarılı bir oyun çıkarmıştı. Fotoğrafta, defalarca çevrilmiş olan «Humoresque» in birinci kopyasında Vera Gordan ilgi çekici bir sahnede.





LON CHANEY'İN DOĞUŞU: Oyun gücü bir yana, Lon Chaney, sinemanın en güzel makyaj yapan aktörü olarak da tanınır. Sağır ve dilsiz bir çiftin çocuğu olan Lon Chaney, annesi ve babasıyla işaretleşerek anlaşırdı. Bu sayede Chaney mimik ve hareket pratiği yaptı. Sonraları sinemada da bundan bol bol faydalandı. Sessiz sinemanın bu dev şöhreti, önce «Mucize Adam» daha sonra da «Penaltı» isimli filmlerde sakat rolü oynayarak isim yapmıştı. Aktör, şöhretini neye, ya da kime borçlu olduğunu soranlara hep aynı cevabı verirdi: «Annemle babama.» Lon Chaney sağır ve dilsiz bir ana-babanın çocuğu olduğunu gizlemek ihtiyacını hiç bir zaman duymamış, bu davranışıyla halkın daha çok ilgisini çekmişti.





HER ZAMAN OLMUYOR: Sinemada şöhretlerin basın müşavirlerinin yardımı sayesinde ve dünya basınında çıkan röportajlarıyla isim yaptıkları ileri sürülür. Fakat bazı durumlarda basın müşavirlerinin, reklamcıların da başarıya ulaşmaları mümkün olmuyor. Amerikalı gazetecilerin bütün çırpınmalarına, yapılan reklama rağmen Patty Dupont, şöhretini devam ettiremedi.





YUMURCAK: Büyük şöhretler ekseriyetle filmlerinde kendilerinden üstün oyun çıkaran bir sanatçıyla rol arkadaşlığı yapmak istemezler. Perdede olduğu gibi sahnede de bu kaideyi benimseyen pek çok artist vardır. Sinemanın ünlü komedyeni Charlie Chaplin, başarısını başkalarıyla paylaşmaktan hoşlanmayan dünün meşhurlarının başında gelir. Bu büyük sanatçı, bunca yıllık meslek hayatında yalnız bir defa bu kaideyi çiğnedi. 1920'de çevirdiği «The Kid» (Yumurcak) isimli filmde, küçük artist Jackie Coogan'ın başarılı oyunuyla, onu gölgede bırakmasına üzülmek, kızmak şöyle dursun, çok sevindi. Charlie Chaplin-Jackie Coogan ikilisinin yarattığı «Yumurcak» sokaklarda yaşayan bir serserinin, yine sokaklarda dolaşan bir kimsesiz çocuğu evlât edinip onunla kader birliği edişini anlatıyordu.





DOUGLAS FAİRBANKS'IN BAŞARISI: «Zoro’nun İşareti» isimli filminin kazandığı büyük başarı, Douglas Fairbanks'a ümit vermiş, genç sanatçı, daha iyi eserler verebilmek için kendine geceli gündüzlü bir çalışma programı hazırlamıştı. İlk olarak Alexandre Dumas'nın ünlü macera romanı «Üç Silâhşörler»e el attı. Beyazperdeye aktarmak istiyordu. Dekor ve kostümler için büyük para harcadı. Seyircinin gözlerini kamaştırmak istiyordu. «Üç Silâhşörler», filmi tıpkı «Zoro'nun İşareti» gibi, birçok defa beyazperdeye aktarılmış, klasik filmlerden biridir. Fakat teknik imkansızlıklara rağmen ilk çevrilen «Üç Silahşörler», daha sonra çevrilen benzerlerinden çok daha başarılı olmuştur. Douglas Fairbanks'ın oğlu da babasını şöhretin zirvesine ulaştıran bu filmde şansını denemiş, fakat babasının yerini dolduramamıştı. İlk «Üç Silahşörler» filminde Douglas Fairbanks «D'Artagnan», Leon Bary «Athos», George Siegman «Porthos» ve Eugene Palette de «Aramis» rolünü oynamıştı.





ESKİ AYLAR KIRPILINCA: Eski ayları kırpıp kırpıp yıldız yapma hikayesini bilirsiniz. Bugün olduğu gibi dün de filmciler konu sıkıntısı çektikçe eski eserlerinden faydalanıp yenilerini ortaya çıkarmak hevesine kapılmışlardı. Sinemanın ünlü yapımcısı David Griffith de konu sıkıntısı çektiği bir sırada «Intolerance» da ileri sürdüğü fikirleri biraz değiştirdi, «Dream Street» (Rüya Sokağı) isimli filmi ortaya çıkardı. Bu filmde iyilik ve kötülük arasında bocalayan iki kardeşin hikâyesi anlatılıyordu.





VAKİTSİZ ÖLÜM: Filmciler, başlangıçta kadın artist bulmakta büyük zorluklar çekmişlerdi. Yeni, yepyeni bir eğlence olan sinemaya nedense kadınlar pek rağbet etmiyordu. Bu yüzden filmciler, eli, yüzü düzgün ve birazcık da oyun kabiliyeti olan kadın artist adaylarını el üstünde tutuyorlar, onlara durmadan film çevirtiyorlardı. Sinemada kısa zamanda şöhrete ulaşmış kadın artistler arasında bir tanesi de vardı ki, gerçekten oyun kabiliyeti çok üstündü ve ayrıca güzelliği de dillere destandı. Barbara La Marr, 1920 yılında şöhrete ulaştıktan sonra altı yıl hiç durmadan film çevirdi. 1926 yılında genç kadının vakitsiz ölümü, film yapımcılarını olduğu kadar sinema seyircilerini de büyük bir kedere boğdu.





TANIYABİLENE AŞKOLSUN: Charlie Chaplin'in kısa zamanda şöhrete ulaşması, ünlü komedyen Harold Lloyd için büyük bir darbe olmuştu. Sinemanın ilk ünlü komedyeni, sanat dünyasındaki yerini yavaş yavaş Charlie Chaplin'e kaptırmak üzereydi. Fakat bu ünlü sanatçı, her şeye rağmen sonuna kadar mücadeleden yılmadı. Nitekim 1920 yılında çevirdiği «A Sailor Made Man» isimli film, o devrin en çok beğenilen komedilerinden biri oluverdi. Harold Lloyd, durmuş durmuş turnayı gözünden vuruvermişti. Müzikal bir komedi havasını taşıyan bu filmin kalabalık kadrosu ve Harold Lloyd'un ölçülü ve büyük oyunu, Charlie Chaplin'in «Yumurcak»ından hiç de aşağı kalmıyordu. Fotoğrafta, Harold Lloyd, bu ilgi çekici filmde.





ÇİFTE ROL: Sinemanın akıllı kadını Mary Pickford, sayıları gün geçtikçe artan rakibelerine karşı büyük bir kampanyaya girişmişti. Onun bir kenara çekilip eski filmlerinden kazandığı paralarla hayatın tadını çıkarmayı düşüneceğini sananları 1921 yılının başında büyük bir sürpriz bekliyordu. Mary Pickford, dinlenmek şöyle dursun, iki misli fazla yorulmuş ve «Küçük Lord Fauntleroy» filminde hem Lord Fauntleroy'u hem de annesini canlandırmıştı. Beyazperdede ilk defa bir kadın artist seyircinin karşısına iki rolde birden çıkıyordu. Üstelik bu rollerin birinde de bir erkeği canlandırıyordu. Günümüzde bir filmde beş, altı role birden çıkmak artık moda oldu. Ama 1921 yılında bir kadının böyle tehlikeli bir denemeye girişmesi cidden büyük bir cesaret işiydi. Sinema dünyasında yer yerinden oynadı. Mary Pickford, bu denemesini başarıyla sonuçlandırarak devrinin bir numaralı yıldızı olduğunu dünyaya bir defa daha ilân etti.

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1968 TARİHLİ 14. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir