Funda Postacı Çok Hırslı
Türkçede ‘yeni yetme’ diye bir deyim vardır. Genellikle çocukluktan henüz kurtulmuşlar için kullanılır. Sinemamızın genç isimlerinden Funda Postacı için de ‘Yeni yetme genç kız’ deyimini rahatlıkla kullanabiliriz.
Funda Postacı, henüz 15 yaşında olmasına rağmen 7 yıllık bir tiyatro mazisine sahip… Bu tecrübe ona yaşının çok, çok üstünde bir olgunluk, bir durmuş oturmuşluk vermiş. Hani bazı kimseler için ‘Sözü sohbeti dinlenir’ derler ya, Funda için de zaman zaman böyle söylenebilir. Çünkü az önce de belirttiğimiz gibi henüz 15 yaşında olması bazen bütün olgunluğuna, bütün durmuş oturmuşluğuna galebe çalıveriyor. O zaman tam yaşını «yaşayan» tatlı, şipşirin bir çocuk oluveriyor. Bir bakıyorsunuz:
- «Şimdilik hem yaşım, hem de tipim baş kadın rolleri oynamama müsait değil. Bunun için bekliyorum. Hem yaş, hem de tip olarak baş kadın oynayacak hale gelince eğer 'star' olamazsam sinemayı bırakır, kendimi tamamen tiyatroya veririm.» diyor. Sözlerinin arasına sinemada muvaffak olamazsa utancından hiç bir tanıdığının yüzüne bakamayacağını sıkıştırıyor. «Biliyor musunuz, hayatta ben daima birinci olmak isterim. İkincilik en tahammül edemediğim şeydir benim, ikinci olmaktansa öleyim daha iyi» diyor. Sonra birden çocuklaşıyor:
- «Biliyor musunuz, benim çok büyük bir kusurum var... Kurarım...» diyor ve başlıyor anlatmaya:
- «Bakın mesela geçen gün ne oldu. Annem benden bir şey istemişti. O anda benim de elimde bir iş vardı... 'Biraz sonra vereyim' dedim. Annem kızdı, istediğini kalkıp kendi aldı ve bana 'Sen çok kötü bir kız oldun Funda' dedi... O dakika bir şey düşünmedim, ama, gece bu söz aklıma gelince başladım kurmaya... kurdum, kurdum... Tam üç gün. Üçüncü günün akşamı bir ok gibi annemin yanına fırladım ve 'Sen bana çok kötü bir kız oldun derken neyi kastettin?' diye sordum. Annem önce şaşırdı... Sonra da şimşek gibi patlattı suratıma tokadı...»
Tam annesinden yediği tokadı anlatırken kaldırımın kenarındaki simitçiyi görüyor... Koşarak simit tablasının yanına gidiyor. Bir taraftan simit yerken bir taraftan da bize «Gelin, siz de yiyin» diye işaret ediyor. Çocuksu hareketlerle simidini yiyip bitiriyor, ağzının iki tarafına bulaşan susamları avcunun içiyle siliyor ve yine birden ciddileşiyor.
- «Ne yapıp yapıp önümüzdeki yıl İtalya'ya gideceğim. Roma'da 3 yıllık bir tiyatro okulu var. Onu bitirip döneceğim...» diyor.
Sözün kısası, anı anına uymayan, gencecik bir kız Funda Postacı. İnsan onunla konuşurken ister istemez tetikte duruyor. «Acaba şu anda benimle konuşan hangi Funda?» Annesinin, babasının tek «çocuğu» Funda mı, yoksa «Fakir Çocuklar», «Sözde Kızlar» filmlerinin başarılı oyuncusu, «Kabare Tiyatrosu»nda 6 ayrı kişiliği büyük bir başarıyla canlandıran 'sanatçı' Funda mı?» diye düşünüyor.
Funda Postacı ile tam üç saat beraberdik. Konuştuk, resimlerini çektik... Taksim Gezisinde çocuklar gibi koştu, oynadı. Daha doğrusu şakadan çocuk rolü yaptı. Sonra büyük kadınlar gibi iri iri laflar etti. Kaşlarını çattı. Sonunda dudaklarında «Bülbülün çilesi yanmakmış güle» adlı şarkının melodisi ile gözden kayboldu... Dört yıl sonra sinema ve tiyatronun kazanacağı yeni yıldızın gittiği tarafa doğru bakıyoruz... Gözlerimiz bir an dalıyor. İtalya'yı, orada büyük bir açlıkla sanatına dair her şeyi öğrenmek için çırpınan küçücük Funda'yı görür gibi oluyoruz. Tam o anda bir köşeye büzülmüş oturan yerli «beatnik»ler hep bir ağızdan bir şarkıya başlıyorlar:
«Aman geç kalma erken geeeeel aman geç kalma erken gel...»
ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1967 TARİHLİ 46. SAYISI