Hülya Koçyiğit ve Selim Soydan Evlendi
İlk resimlerini biz basmış, ilk röportajlarını biz yayınlamıştık. O güne kadar bir «söylenti» olmaktan ileriye gitmeyen Hülya Koçyiğit – Selim Soydan beraberliği için o günden sonra herkes rahat rahat «aşk» deyimini kullanmaya başlamıştı. Kimi, «Bu aşk evliliğe gider,» diyordu, kimi de, «Geçici bir heves,» diyip geçiyordu.
İki genç nisan ayının ortalarında nişanlanarak söylentilere en kesin cevabı verdiler. Gariptir, ama ağızlar yine işledi, dişler tıkırdadı. «Pöh, nişan dediğin nedir ki? Alt tarafı iki yüzük, yarım kilo da çikolata. Bu işin sonu yok, bir defa değil beş defa da nişanlansalar hava! Hem duydunuz mu?» Hayır, duymamıştık. Bunu söyler söylemez karşımızdaki gözler birden sevinçle parlıyor ve hayalhanelerinde imal ettikleri en son bombaları birbiri peşine patlatıyorlardı: Selim'in annesi evliliği istemiyormuş. Babası, «Evlenirsen seni red ederim,» demiş. Ağabeyi (Eski Galatasaraylı) Ali Soydan tabanca almış, «Evlenmeye kalkarsa kardeşim falan demem, vururum,» demiş. Melek Koçyiğit küplere biniyormuş, «Benim topçuya verilecek kızım yok,» diyormuş. Hülya bir sette «Hıhh, ben Selim'i sevmiyorum ki. Sadece onun isminden, bana sağladığı reklamdan faydalanıyorum,» demiş ve bunu duyan Selim de «Aklına turp sıksın o. Ben transfer ayında iki bomba patlatınca aklı başına gelir,» i yapıştırmış...
Yani miş de miş miş!...
Herkes dedikodu kovalarken biz de Selim'le Hülya’yı kovalıyorduk. Bunun da sonucunu aldık tabii. Selim'le Hülya bizim yanımızda Belediye'ye gittiler ve o günlerde Belediye Reis Vekili olan Fenerbahçe Kulübü Başkanı Faruk Ilgaz' dan «ispatlı - şahitli» gün aldılar. Nikah 21 haziranda kıyılacaktı. Bu haber de ilk defa SES’te çıktı. Ama, nikah hazırlıkları tamamlanmadığı için, nikah tarihi ertelenince dedikoduculara yine sermaye çıktı. Önce gözlerini kısıp canı yürekten bir «Nasıııl» çekiyorlar, sonra da, «Zaten biz demiştik,» diye başlayıp veryansın ediyorlardı. O sırada Selim'le Hülya n’apıyordu dersiniz? Nikah davetiyelerini bastırıyorlardı. Hem de tam 2325 adet!
Davetiyeleri matbaadan alır almaz daha mürekkepleri kurumadan dostlarına ve «düşman»'larına gönderdiler. Temmuzun 5'inde evleneceklerini bildiriyorlardı. Dedikodu çıkaranlar, kem gözleriyle dilleri arasında aylardan beri kurdukları köprülerden bol dedikodulu sular akıtanlar, kelimenin tam manasıyla «havada» kalıverdiler. İşte tam o sıralarda «Kilisli hayran» onlara cankurtaran simidi gibi yetişti. Hülya Koçyiğit’in Kilis'teki hayranlarından biri Selim'e bir tehdit mektubu göndermişti. «Hele bir Hülya'yla evlen, bir, iki demem taa kalbinden kurşunlarım seni,» diyordu Kilisli. Artık dostlan da, düşmanlan da iple ayın beşini çekmeye başlamışlardı.
«TATLI» CUMANIN, «ACI» TARAFI...
Hani «Fare dağa küsmüş de dağın haberi olmamış,» derler ya? Etraflarındakiler onlarla bu kadar ilgilenirken Selim’le Hülya da Suadiye ile Etiler arasında mekik dokuyup duruyordu. Selim'in annesi Adalet Hanım ciddi bir kalp krizi geçirmişti. Doktorlar onun, bırakın ayağa kalkmasını, sağdan sola dönmesini bile yasak etmişlerdi. Bir yandan «genç nişanlıları» bekleyen hazırlıklar, bir yanda «yakın çevrenin en yakınının» bu rahatsızlığı... Siz tasavvur edin onların halini... Her beklenen gün gibi «Tatlı cuma» da nihayet geldi. Hülya perşembe gecesi geç saatlere kadar kayınvalidesinin yanında kaldı, ona ilaç verdi, evin erkeklerinin (Kayınpederi, nişanlısı ve kayınbiraderinin) yemeklerini hazırladı. Sonra Selim’le birlikte karşıya, Etiler’e gittiler. Selim Hülya'yı bırakıp Suadiye'ye döndüğü zaman Hülya çoktaaan uyumuştu bile. Ama ne uyku... Bu uykunun ne menem şey olduğunu ancak »gelin» ler bilebilir.
Ertesi gün Hülya'dan geç yatan Selim ondan erken kalktı. Hülya kalkıp saate baktığı anda Selim arabasına atlamış ve Üsküdar'ın yolunu tutmuştu. Genç nişanlılar telefonla birbirlerine «günaydın» dediler ve birbirlerini ararlarsa nerede bulacaklarını tesbit ettiler. Saat 8'de Selim «damat tıraşı» için berberine gidecekti. O berber koltuğuna oturur da Hülya ondan hiç geri kalır mı? Yarım saat sonra Hülya da başka bir berberin koltuğundaydı.
Onlar berberdeyken İstanbul'dan kilometrelerce uzakta, bir uçak havalanıyordu. Biliyorsunuz, Nilüfer Koçyiğit, bugünlerde Ankara’da şarkıcılık yapıyor. Hülya'nın annesi Melek Hanımla en küçük kardeşi nikah töreninde hazır bulunmak için İstanbul'a hareket etmişlerdi. Ama, olmadı. Havaalanında hareket eden uçak tam ayaklan yerden kesilirken stop etti. Pervanelerden biri arızalanmıştı. Melek Hanımla en küçük kızı mecburen pervanenin tamirini beklediler. Nihayet saat 10,30’da uçak hareket edebildi. Tam o anda Selim arkadaşlarının verdiği «Son bekar yemeğine» gitmek için Hilton'un yolunu tutuyordu. Selim’le Hülya'nın arabası Harbiye'de trafik noktasının önünde karşılaştı. Hülya da berberinden çıkmış, gelinliğini almak için terziye gidiyordu. O anda trafik kesildi, fakat onlar o kesif kalabalık arasında birbirlerini göremediler.
Hülya moda evinde gelinliğini giydi. Terzihanede kim varsa başına üşüşmüştü. Kimi ona hayran hayran bakıp hayal alemine dalıyor, kimi de gelinliğin son rutuşunu yapıyordu. Nihayet saat 11,30’da Hülya'ya, «Tamam, biz iyice baktık. Üç - beş dakikalık bir işi kaldı. Siz gidin, biz bir saate kadar gelinliği yollarız,» dendi.
Evde Hülya’yı hoş bir sürpriz bekliyordu. Kapıyı annesi açtı ve ana - kız birbirlerine sarıldılar. Hülya hemen etrafına bakındı. Nilüfer görünürlerde yoktu. Birden yüzüne bir mahzunluk çöktü. «Nilüfer’e izin alamadın mı anne?» diye sordu. Melek Hanım, «Uçak saatleri müsaitmiş,» dedi ve devam etti. «Havaalanından ben doğru eve geldim. Nilüfer berbere gitti. Nikahtan sonra, 20.15 uçağıyla Ankara'ya gideceğiz, böylece Nilüfer de saat 20,15'deki programına yetişmiş olacak.» Hemen alelacele bir yemek yendi. Yapılacak öyle çok iş vardı ki... Eeee, gelin evi bu, kolay mı?
O sırada son «bekar yemeğini» arkadaşlarının esprileriyle yiyen Selim, polislerle konuşuyor ve tedbir alınmasını istiyordu. Sonra eve doğru gaza bastı, ama birden karar değiştirdi ve arabasının burnunu Etiler'e çevirdi. Kapıyı ona kayınvalidesi açmıştı. Damat - kaynana hemen sarmaş dolaş oldular. Bizim yanımıza geldikleri zaman Melek Hanım damadına bir daha sarıldı.
GELİN ODASINA GİRİLİR Mİ?
Ama bu bahar havası Selim'in Hülya'nın odasına girmek istemesiyle birden bulutlandı. Melek Hanım kapının önüne bir dağ gibi dikildi. «Olmaz, giremezsin.»
Herkes şaşırmıştı. Melek Hanım neden sonra işin aslını açıkladı. Efendim, nikahtan önce damadın gelini görmesi uğursuzluk getirirmiş. O, bunları söylerken Hülya kapıyı açıp da «Hoşgeldin Selim» demez mi? Haydi, buyurun işte. Nikahın bütün uğuru kaçtı! Bu duruma en çok üzülenler de kimler oldu bilir misiniz? Nereden bileceksiniz. Evlenmek isteyenler gelinin ayakkabısının altına isimlerini yazarlarmış. Tabii, Hülya'nın sağ ayakkabısının alt köselesi de bundan iyice nasibini almıştı. Ortada «uğur – uğursuzluk» lafları edilirken onları aldı mı bir telaş? «Ya uğur kaçar da biz evlenemezsek» diye. Neyse Selim biraz daha durduktan sonra gitti. Ama ev boş kalmadı, bu sefer de Nilüfer geldi. Haydi bir «hasret giderme tablosu» daha.
GELİNLİK NEREDE?
Saat 15'de eve gazeteci akım başladı. Biraz sonra Selim de «gelin almak» için kapıdan içeriye girdi. Her şey tamamdı ya, ortada gelinlik yoktu. Herkeste bir telaş bir telaş... Bir oraya telefon, bir buraya telefon. Saat 16.00 oldu, gelinlik yok. 16.05 oldu yok. Herkesin suratı bir karış. Eee kolay değil, nikah saat 16.45’de kıyılacak. Nihayet saat elifi elifine 16.11’de gelinlik geldi.
Onlar gelini giydire dursunlar gözüm karşıdaki apartmanın pencerelerine ilişti. Aman efendim aman. Kendi kendime «Kapalı tribün yükünü almış» diye söylenirken bir de aşağıya bakayım dedim. Aşağısı da bir başka alem! Seyyar satıcılar kalabalığı görünce hemen apartmanın karşısına «park etmişler». Millet meyvesini alıyor, dondurmasını yiyor, gazozunu içiyor ve bekliyor. Onlar dışarda bekliyor, biz de içerde. Nihayet Hülya odadan çıkıyor. Arkasından bir sürü kadın başı. «Tüh tüh maşallah» diyen mi ararsınız, yoksa «Allah özene bezene yaratmış,» diyen mi? «Bir yastıkta kocayın,» diye göz yaşı döken mi?« «Zaten geç kaldık,» diye söylenip duran Selim, Hülya'yı görür görmez, «Aman hemen asansöre» diyor, ama valide sultan yine «Olmaz»'ı yapıştırıyor. «Bu son artık. Hem insan gelinliği hayatında bir defa giyer. Benim kızım şanıyla, şerefiyle merdivenlerden inecek.» Damat bu... O günlerde sudan çıkmış balığa döner.
Boynunu büküp «Pekiyi» demeyip de ne yapacak? Önde foto muhabirleri, arkada Selim'le Hülya, onların arkasında «yakınlar» ve en sonda da biz olmak üzere bir konvoy halinde aşağıya iniyoruz. Bir alkış, bir kıyamet. Çoğu «Selim - Hülya çok yaşa» diye koro halinde bağırıyorlar. Arada bir «Ya ya yaşa şa şa Fenerbahçe çok yaşa» sesleri de kulağımıza çalınıyor gibi oluyor. Selim gelin arabasına Hülya'sını bindiriyor, o anda yukarıdan bir çakıl yağmurudur başlıyor... Kalabalık birden duraklıyor, birkaç kişi sağa, sola kaçışıyor. Selim de şaşırmış, «Ne var, ne oluyor?» diye yanındakilere sormaya başlıyor. Nihayet yukarıdaki «ağır topçu» salvosuna bir an ara verince fırsat bulup etrafa bakıyoruz. Para, evet gökten para yağıyor!...
Sonra önde trafik arabası olduğu halde «gelin alayı» yola revan oluyor!...
NİKAH DAİRESİ
Herkes şaşırmış, birbirine bakıyor. «Yahu nikah dairesi buralarda bir yerde olacaktı, ama nerede?» Gerçekten nikah dairesinin etrafı tam «İğne atsan yere düşmez» halde. Sanki kıyamet günü... Araba komaları, çığlıklar, alkışlar, canhıraş feryatlar birbirine karışıyor. Çiçekli, rengarenk kurdeleli bembeyaz araba milim milim ilerliyor. Ama gözü kapalı, kararlamadan, arabanın içinde biri «Kapı burada» derken bir diğeri, «Yok canım, en azından dört metremiz var» diyor. Neyse, nikah dairesinin alt kapısını kordon altına almışlar...
Gelin, damat ve biz onların canlı «tünelinden» süzülüp içeriye dalıyoruz. Sonrasını biliyorsunuz. Gündelik gazeteler bol bol yazdı... Dışardakinden bin beter bir izdiham, başta gelin olmak üzere ayılanlar, bayılanlar, fenalık geçirenler. Salona son anda yine «canlı tünel» le alınabilen kayınpeder, nikah memurunun kınlan sandalyesi, kalabalıktan zorlukla atılan imzalar, bozuk mikrofonda duyulmayan karşılıklı «evet» ler, bayılmasınlar diye iki gence sık sık koklatılan üstüne kolonya dökülmüş mendiller, dağıtılmayan şekerler, yolunmuş boynu bükük çiçekler ve «mutlu son». Evet Yeşilçamlı Hülya Koçyiğit «Soydan» olmuştu artık. Arka kapıdan güçlükle kaçırılıyorlar. Nikahı görenler görmeyenlere imzaların nasıl atıldıklarını anlatırken, Soydan çifti, Suadiye’ye gidiyorlar. Dini nikahla işi sağlama bağlayacaklar, sonra geceyi Çınar Oteli’nde geçirip Avrupa’ya uçacaklar... Gözlerden uzak bir balayı yaşayacaklar.
ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1968 TARİHLİ 29. SAYISI