İsmail Dümbüllü Sahneyi Bırakamıyor
Görünüşü, soyadını hiç uymayan Tevfik İnce «Açmaz» lar veriyor, Dümbüllü de yapıştırıyordu cevapları. Açık Hava Tiyatrosu’nu dolduran seyirciler gülmekten kırılıyorlardı. Bir aralık, saygısız seyircilerden birinin attığı bir salatalık, Dümbüllü’nün tam ayağının dibine düşüverdi. Yıllardır sahnede pişen büyük «usta» usulca eğildi, salatalığı aldı. Sonra seyircilere dönüp, «Teşekkür ederim,» dedi. «Hayranlarımdan biri bana kartvizitini gönderdi!»
İşte Dümbüllü’yü yıllar önce böyle bir gecede tanımıştım. Ne zaman radyolardan sesini duysam, ne zaman sahnede görsem, yolda rastlasam, hep o ince espri gelir aklıma…
Dümbüllü jübilesinde çok heyecanlandı. Açık Hava Tiyatrosu’nun artistlere mahsus giriş, kapısında bir kenara oturmuş, dostlarını karşılıyordu. Altmış yıllık çalışmanın verdiği ağırlık omuzlarına çökmüştü. Sahne hayatma veda edeceği geceye katılmak için gelen dostlanyle kucaklaşıyor, «Var olun, sağ olun. Allah sizlerden razı olsun,» diyordu. Arada bir kırışmış yüzünden aşağılara, göz yaşlan ince ince iniyordu. Kolay mı? Veda gecesiydi bu... Acıklı bir geceydi bu... Dümbüllü resmen emekliye aynlacaktı...
Kaç defa teşebbüs etmişti emekli olmak için. İlk kararını geçen vermişti. Bir jübile tertipleyecekti. Fakat sonradan vazgeçti. Sonra bu tiyatro sezonunun başında, yıllardır başında taşıdığı kavuğunu, şaşaalı bir törenle Münir Özkul'a devretti. Bu hareketi ile sanki, «Ben sahnede miadımı doldurdum. Bu bir bayrak yarışıdır. Ben de başka ustalardan almıştım kavuğu. Yıllarca koşturdum. Şimdi koşturmak sırası sende. Yorulunca sen de başkalarına verirsin,» demek istemişti. Ama yine de sahnesinden, o büyük sevgilisinden ayrılamamıştı.
Nihayet bu yıl kesin kararını verdi İsmail Efendi. Sahneyi tamamen terk edecek ve bunun için de bir jübile tertipleyecekti. Önce, yaşına, hastalığına boğucu sıcağa aldırmadan Ankara'nın yolunu tuttu. Başbakan Süleyman Demirci' le görüşüp, jübilesini desteklemesi ricasında bulundu. Sonra İstanbul'a döndü. Vali Vefa Poyraz, ileri gelen birçok zevat ve sahnelerimizin, perdelerimizin, mikrofonlarımızın şöhretlerini bir bir dolaştı. Gecesine şeref vermelerini istedi.
Nedense şöhretler, bu ihtiyar ustanın jübilesine pek iltifat etmediler. Bir Tülin Korman vardı, Öztürk vardı. Mavi Işıklar vardı, Vasfı Rıza vardı, Necmi Rıza, Hüseyin Baradan, Hulusi Kentmen, Şahin Tek ve vefakar dostu Pişekar Tevfik İnce vardı.
Nihayet veda anı gelmişti. Dümbüllü heyecan içinde sahneye çıktı. Bir garip giyinmişti. Sırtında pırıl pırıl bir smokin, boynunda da papyon kravat vardı. Yıllardır onu bu halde görmediğimiz için hayli yadırgadık. Vasfi Rıza Zobu, defne yapraklarından yapılmış tacı, çıplak başına oturturken, mikrofona eğiliyor ve şöyle diyordu:
- «Yaşımı sorarsanız kimi der seksen, kimi der doksan, bunları söyleyenlerin akılları noksan. Maşallah turp gibiyim. Bu gece sahneye veda edecektim, nerede?...»
Bir an durdu, etrafına bakındı. Sonra verdiği karardan caydığını ifade eden şu sözleri söyledi: «Sağ olun, sizlerin gönderdikleri mektuplar, telgraflar sahneden ayrılmamı istemiyor. Sonra doktorum da raporu verdi: İsmail Efendi sahneden ayrılırsan ölürsün,' dedi. Sizlerin yüksek himayelerinize sığınarak, ayda, yılda bir defa yine sahneye çıkacağım.»
İsmail Dümbüllü, halk tiyatromuzun, ortaoyununun son temsilcisiydi. Kel Hasan Efendilerden, Naşit'lerden sonra bir Dümbüllü kalmıştı hayatta. Belki de, sahneyi bırakması ile ortaoyunu da göçüp gidecekti. Sanat, tiyatro onun bölünmez bir parçasıydı. Yaşamak için, suya, ekmeğe ihtiyacı olduğu kadar, tiyatroya da ihtiyacı vardı. İşte, bunun içindir ki oturduğu taburede, kollarını iki yana açıyor, «Ahh!» diyordu. «Ne günler gördük, geçirdik. Bugünü gösterdiği için Allahıma şükürler olsun. Kolay mı, yaş 69, tam 55 yıldır sahnedeyim. İnsan, kolay kolay bırakamıyor sahneyi. Bırakalım dedik olmadı. Efendim, malumunuz, ortaoyununda, seyirciye göre oynanır. Bir oyunu beş dakikada da bitiririz, beş saatte de. Ben önce, seyirciye bakarım sahneye çıkınca. Ondan sonra oyunun müddetini ayarlarım. Bu gece de, sahneye çıkınca, 'oğlum İsmail,' dedim, 'ne sen bu seyirciyi bırakırsın, ne de bu seyirci seni,' ve her zamanki gibi ayarladım kendimi. Sahneyi bırakmayacağım... Anlayacağın , kavuğu devrettik, ama sahneyi devredemedik gitti...»
Evet, koca Dümbüllü bir yaz gecesi, başında defne yaprağından tacı, kolunun altında ceketi, sahneyi devredemeden dönecekti evine... Belki de Moliere gibi sahne üstünde ölüp gidecekti.
ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1968 TARİHLİ 31. SAYISI