Oscar Fırtınası Dindi



Hollywood şöhretlerinin katıldığı geceye Louis Armstrong’un müzikli esprileri renk verdi.

• Oscar Komitesinin bütün gayretlerine, hatta yalvarmalarına rağmen, geçen yıl Amerikan sinemasının şöhretleri Oscar gecesine nedense ilgi göstermemişlerdi. O kadar ki armağan kazananlardan hiç biri armağanını almaya bile gelmemişti... Gayet tabii bu durumda Oscar armağanlarını dağıtmanın da bir önemi kalmıyordu... Fakat Komite üyeleri artistler rağbet etmiyor diye Oscar armağanlarını dağıtmaktan vazgeçemezlerdi.



Bu yıl artistlerin armağan gecesine katılmalarını temin etmek için komite üyeleri her türlü çareye baş vurdular. İlk iş olarak Gregory Peck Sinema Akademileri Başkanlığına getirildi. Gregory Peck, makam masasının başına oturur oturmaz, hemen kolları sıvayıp Oscar gecesini cazip bir gece haline getirmek için çalışmalara başlamıştı. Yılın Oscar adayları belli olduktan sonra Gregory Peck, adayların her birine birer mektup göndererek, «Oscar gecesine mutlaka katılmalarını» rica etti. Ünlü aktör, Oscar gecesine katılmanın, savaşa katılmak gibi milli bir görev olduğunu ileri sürmüş ve bu fikrini de meslektaşlarına kabul ettirmişti...





Fakat hiç umulmayan bir olay Gregory Peck'in, dolayısıyla Oscar komitesinin bütün hesaplarını altüst etti. Zenci lider Martin Luther King öldürülmüş ve Amerika bir anda karışmıştı. Hollywood şöhretlerinden birçoğu ırk ayrımına karşıydı ve bu durumda Oscar gecesine katılmayacaklarını tahmin etmek için de kâhin olmaya lüzum yoktu... İşte Amerika ırk mücadelesiyle çalkalanırken, tertip komitesi de çaresizlik içinde uykusuz geceler geçiriyordu.





Hele zenci lider Martin Luther King'in cenaze töreninin nisan ayının ikinci salı gününe bırakılması, tertip komitesini iyiden iyiye allak bullak etti. 1927'den beri Oscar armağanları daima nisan ayının ikinci salı gecesi dağıtılmıştı... Savaşlar, büyük felâketler, hatta ölümler bile Oscar gecesini etkilememiş, nisanın ikinci salı gecesi Oscar heykelleri sahiplerine dağıtılmıştı. Fakat bu defa durum bambaşkaydı... Komite üyeleri hemen olağanüstü bir toplantı yapıp Oscar armağanlarını bir gece sonra, yani çarşamba gecesi dağıtmayı kararlaştırdılar ve durumu davetlilere bildirdiler...





Gecenin takdimcisi gene Bob Hope idi... Fakat zenci cazcı Louis Armstrong'un müzikli esprileri, Bob Hope'un zaman zaman siyasete kaçan esprilerinden daha fazla alkış topladı... Elke Sommer ve Troy Denahue ise gecenin en neşeli insanlarıydı...

Yılın en başarılı kadın artisti Katherine Hepburn, Fransa'da film çevirmekte olduğu için Hollywood'a gelmemişti. Yılın en başarılı aktörü Rod Steiger, armağanını aldıktan sonra zenci rol arkadaşı Sidney Poitier'nin başarısını öven konuşmasıyla bol bol alkış topladı.





Akademi Başkanı Gregory Peck ve eşi, davetlilerle ayrı ayrı meşgul olmak uğruna sabahın erken saatlerine kadar bir dakika olsun oturmadan masalar arasında dolaşıp durdular. Sabahın ilk ışıklarıyla beraber davetliler evlerine dağılırken, Oscar Komitesi üyeleri de rahat bir nefes aldılar. İç savaş tehdidi altında tertiplenen armağan gecesi, son yılların en başarılı, en düzenli Oscar gecesi olmuştu.



SPENCER TRACY'Yİ DE UNUTMADILAR

Aktörün ölümünden önce tamamladığı filmin, rol arkadaşı Katherine Hepburn’a Oscar kazandırması, geceye katılanların gözlerini yaşarttı.

• Hollywood şöhretlerinin birçoğu için işlerini güçlerini bırakmışlar, armağanların dağıtılacağı Santa Monica'ya gelmişlerdi. O gece koskoca salon sinemanın kalburüstü şöhretleriyle tıklım tıklım doluydu. Fakat yine de bütün gözler orta boylu, beyaz saçlı, kırışık alınlı tonton bir ihtiyarı arıyordu!.. O tonton ihtiyarın Oscar gecesine katılmasına artık imkân yoktu. Fakat sinemanın şöhretleri, ömrünü kamera karşısında çalışarak geçirmiş olan bu büyük sanatçının hatırası asla unutulmayacaktı...



Oscar armağanlarının dağıtılmasına geçilmeden önce komite başkanı, geçen yıl hayata gözlerini kapayan Spencer Tracy için bir saygı duruşunda bulunulmasını teklif etti. «Guess Who's Corning to Dinner» filmindeki başarısından ötürü Katherine Hepburn'un en başarılı kadın oyuncu armağanını kazanmış olması Spencer Tracy'nin hayranlarını hayli duygulandırdı. Katherine Hepburn'un bu armağanı kazanmasında, Spencer Tracy'nin önemli rol oynadığını herkes biliyordu.



Beş yıl ayrılıktan sonra sinemaya dönen ünlü yıldız Katherine Hepburn, yılın en başarılı kadın sanatçısı olarak Oscar armağanını aldı.

• Setteki kahveciden rejisöre kadar herkes Katherine Hepburn'un kibarca davranışlarına, çalışkanlığına, uysallığına ve alçak gönüllülüğüne hayran kalmıştı. Ünlü yıldızdan söz edildiği zaman herkes ağız birliği etmişçesine «Eşi bulunmaz bir kadın,» diyordu...

Bugün, gerçekten sinemada ikinci bir Katherine Hepburn bulmak çok zor!... Hayatının otuz altı yılını kamera karşısında geçiren K. Hepburn'u kendi sözleriyle size tanıtmaya çalışalım... Bakınız ünlü yıldız kendi hakkında neler diyor:



- «Ben romantik bir manzara ve portre ressamıyım. Portresini yaptığım şahısları daha iyi tanıtabilmek için portrenin altına daima bir de çiçek resmi yaparım. Kendi portremi yaptığım zaman ise altına mutlaka bir kırmızı sardunya resmi çizmeyi ihmal etmem. Beni sardunyadan daha iyi anlatabilecek bir çiçeğin bulunduğunu zannetmiyorum. Sardunyayı nereye ekerseniz orada yetişir, büyür. Fazla su istemez, bünyesi sağlamdır, birazcık güneş yaşaması için kâfidir, bir köke de ihtiyacı yoktur. Sardunya dalını toprağın neresine sokarsanız orada büyür!... İşte ben buyum!...»



Katherine Hepburn, güzellik çirkinlik konusunda da diğer meslektaşları gibi düşünmüyor. Yıldız, bugüne kadar sadece oyun kabiliyetiyle şöhrete ulaşmaktan son derece memnun. «Hiç bir zaman erkeklerin beni güzel bulmamiarına üzülmedim. Mesleğim uğruna özel hayatımda değişiklik yapmayı da hiç bir zaman aklımın köşesinden geçirmedim. Gazeteciler peşime düşünce canım sıkıldı, özel hayatıma karışmasınlar diye onlardan kaçmak zorunda kaldım ve bu kovalamaca, kaçmaca yıllar yılı devam edip gitti... Özel hayatımın hayranlarımı ilgilendirmeyeceğini zannettiğim için gazetecilerin ısrarları beni sinirlendirmişti. Bugün de özel hayatımla başkalarının ilgilenmelerini istemiyorum.»



Ünlü yıldızın özel hayatını herkesten gizlemek için sarfettiği çabalar yıllar boyunca aksi tesir yaratmış, ilk filmini çevirdiği günden bugüne kadar yazarlar, fotoğrafçılar yıldızın peşini bırakmamışlardı... Nasıl bıraksınlardı... Katherine Hepburn, Hollywood'a geldikten kısa bir süre sonra tanıştığı Spencer Tracy ile kader birliği yapmış, onunla efsanevi bir aşk hayatı yaşamaya başlamıştı. Ünlü çiftin beraberliği de geçen yıl Haziran ayında Spencer Tracy'nin ölümüne kadar sürmüştü. Hiç bir zaman resmen hayatlarını birleştirmelerine imkan olmadığı halde sevgililerin duygularında bir değişme olmamış, her şeye rağmen dedikoduların dışında sakin fakat mutlu bir hayat sürmeyi başarmışlardı. Fakat onların mutlulukları bir başka mutluluktu. Alışamadığımız bir mutluluk.



Spencer Tracy'nin 1962 yılında hastalanması, Katherine Hepburn'un geçici olarak sinemadan uzaklaşmasına sebep olmuştu. Yıldız, artık sadece sevdiği erkeğin sağlık durumuyla ilgilenmek istiyor, onun yanından bir an olsun ayrılmıyordu. 1967 yılında Spencer Tracy'nin «Gues Who's Corning to Dinner» (Bu Akşam Yemeğe Kim Geliyor Tahmin Et) isimli filmde oynaması kararlaştırıldığı zaman Katherine Hepburn da şeytanın bacağını kırıp eski mesleğine döndü. Tıpkı eskiden olduğu gibi iki sevgili yine bir arada çalışacaklar, yine başrolleri paylaşacaklardı.



Film setinde iki sevgilinin davranışlarını görenler, «Bu devirde böylesine büyük bir sevginin varlığına inanmak çok zor» demekten kendilerini alamıyorlardı. Ama bu büyük aşkın da sonu gelmişti. Film tamamlandıktan kısa bir süre sonra Spencer Tracy'nin hayata gözlerini kapamasıyla Katherine Hepburn hayatta yapayalnız kalmıştı. Artık onu, hatıraları ve mesleği ayakta tutacaktı. Böylece Katherine Hepburn için meslek hayatının en faal devresi başlamış oluyordu. Bir filmi bitirmeden yenisi için anlaşma imzalıyor, öldüresiye çalışıyor, adeta bundan büyük bir zevk alıyordu...

Sonunda ünlü yıldız yuvaya dönüşün mükâfatını gördü... Ama bu onun için acı bir zafer olmuştu. Fakat, Spencer Tracy'nin onun sevincini paylaşmaması, Katherine Hepburn'un mutluluğunu gölgelemişti. Katherine Hepburn, «Ben bir sardunyayım» diyordu. «Beni nereye ekerseniz orada büyürüm!...»





«On the Waterfront» (Rıhtımlar Üzerinde) ve «Dr. Jivago» filmlerindeki oyunuyla Oscar adayı seçilmiş olan ünlü aktör, ancak üçüncü aday seçilişinde armağanı kazanabildi, şeytanın ayağını kırdı!... Böylece eski bir Türk deyimi de gerçekleşmiş oluyor...

• Yakışıklı değil... Romantik aşık rollerinde şansını denemeyi ise hiç bir zaman aklına getirmemiştir. Zira bu rollere gitmeyecek derecede iri bir vücudu ve sert bakışları vardır. Fakat buna rağmen Rod Steiger, sinema dünyasının en fazla ilgi uyandıran aktörlerinden biridir... Hele geçen yıldan beri ünlü aktörün hayranları gittikçe çoğalıyor, aldığı mektupların sayısı artıyor...





Yıllarca sinema ve televizyonda kimsenin dikkatini çekmeden sessiz sedasız çalışan aktörün birden bire birinci sınıf aktörler arasına yükselmesinde, aktörün oyun gücünün payı pek büyük... Bundan yıllarca önce, «On the Waterfront» (Rıhtımlar Üzerinde) filmindeki başarısıyla Oscar armağanına aday gösterilmiş fakat armağan kazanamamıştı. Daha sonra Rod Steiger, «Dr. Jivago» filmindeki oyunu ile de Oscar adayı seçilmiş ve armağanı kazanması ihtimali çok kuvvetli olduğu halde, birkaç rey farkı ile kaybetmiştik. Rod Steiger, bu yıl da «In The Heat of The Night» (Gecenin Sıcağında) isimli filmdeki polis rolüyle Oscar adayı seçilince haber onu pek şaşırtmadı. Hatta sevindirmedi de... Artık Oscar adayı seçilmeye öylesine alışmıştı ki... Diğer rakiplerini gölgede bırakıp armağanı kazanabileceğine ise hiç ihtimal vermiyordu. Hatta Hollywood yabancı basın muhabirlerinin armağanı olan «Altın Küre»yi kazandıktan sonra bile Rod Steiger, Oscar kazanma şansının arttığına ihtimal vermemişti. Zaten onun için armağan kazanmak da pek önemli değildi. O her şeyden önce mesleğine aşıktı. Rolünü başarıyla oynamaktan başka bir şeyin kıymeti yoktu onun için.





Tabii bu arada çalışmalarının takdir edilmesi, dünya basınında adının sık sık geçmesi de aktörün çalışma hevesini artırıyordu. Bu arada bazıları, Rod Steiger için, «Hiç bir zaman başarılı bir karakter artisti olmaktan ileri gidemez» demekten de kendilerini alamıyorlardı. Kırk iki yaşındaki aktör de yıllar yılı karakter rollerine çıkmış ve bu durumunu benimsemiş göründüğü için günün birinde her şeyin değişeceğini aklına getirmiyordu. Fakat kabiliyeti ve sebatı sayesinde. Amerikan sinemasının bir numaralı aktörü oluverdi.

Rod Steiger'in Oscar kazandığı haberini alan meslektaşları da bu sonuca pek sevindiler. Richard Burton hemen bir tebrik telgrafı göndererek aktörün başarısını yürekten kutladığını bildirdi. Richard Burton, Rod Steiger'in başarısı hakkındaki fikirlerini soran gazetecilere ise şöyle dedi: «Rod Steiger, dünyanın sayılı aktörlerinden biridir. O, bu armağanı çoktan haketmişti.»





1967'nin en başarılı aktörü Rod Steiger, özel hayatiyle, meslek hayatını birbirine karıştırmamaya aşırı derecede dikkat eder. Ünlü aktör, yıllarca önce Charlie Chaplin'in keşfedip «Sahne Işıkları»nda oynattığı İngiliz aktrisi Claire Bloom ile mutlu bir yuva kurmuştur. Karı-koca ve kızları Anna, evlerinde sinema dünyasının her türlü dedikodusundan, gürültüsünden uzak, mutlu bir hayat sürerler. Rod Steiger'in kış başında «Altın Küre» armağanını kazanmasından sonra Hollywood partilerinin vazgeçilmez davetlileri arasına girmeleri de karı-kocanın hayat düzenini değiştirmedi.

Rod Steiger'in Oscar armağanı almasına en çok sevinen şahıs da tabii aktörün eşiydi. Armağan gecesi kocası Oscar heykelini alması için sahneye çağrılınca hemen onun arkasından sahneye fırladı ve Rod Steiger'i ilk tebrik eden şahıs oldu. Sonra da karı-koca kolkola yerlerine döndüler. Başarılarını kutladılar..





1967’nin En Başarılı Filmi

"IN THE HEAT OF THE NIGHT''

BEKLENEN NETİCE

Başrollerini Rod Steiger ve Sidney Poitier’nin oynadıkları «In the Heat of the Night», Amerika'daki zenci-beyaz mücadelesini işleyen ilgi çekici bir filmdir.

Aşağıda 1967 yılının en başarılı filmi seçilen bu kurdelenin hikâyesini okuyacaksınız.

• Amerika'yı kana boyayan İç Savaştan yüz yıl sonra, zenci düşmanlığı hâlâ devam etmektedir... Hele bir asır önce zencilerin beyazlara kölelik ettikleri Güney şehirlerinde, her şeye rağmen zenciler tam manasıyla değilse bile yarı yarıya köle muamelesi görmektedir. Mississippi kıyılarındaki kasaba ve şehirlerde bir suç işlendi mi herkes suçlunun mutlaka bir zenci olduğuna inanır. Bu kadarla kalsa gene iyi... Resmi makamlar da araştırmalarını bu tahmini esas alarak yaparlar... Mississippi kıyılarındaki kasaba ve şehirlerde Zencilere, hiç bir işe yaramaz, cahil, adeta bir 'şamar oğlanı' gözüyle bakılır!...





Bu arada zenci-beyaz mücadelesine son vermek gerektiğini düşünen, siyahlarla beyazları bir arada mutlu yaşatmak isteyenler de yok değildir, ama bunların sayısı öylesine azdır ki...

Günün birinde kasabanın köklü ailelerinden birinin çocuğu, kazandığı serveti zenci ve beyazların yan yana çalışabilecekleri bir fabrikanın kurulmasına harcamak için teşebbüse geçer... Kasaba böylece bir sanayi sitesi haline gelecek, zenci delikanlılar «şamar oğlanı» vasfından kurtulacaklar, beyazlar da içlerindeki kini unutup kendilerini işlerine vereceklerdir. Fakat maalesef bu hayırsever, ileri görüşlü iş adamının projesini gerçekleştirmesi mümkün olmaz... Bir gece yarısı genç iş adamı sokakta ölü bulunur. Kasaba halkı için gökte parıldayan güneş, yine bulutların arasına saklanmıştır!... Şimdi herkes cinayetin failini aramaktadır. Kasabaya yeni gelen polis şefi de bu cinayetin sırrını çözmek için kolları sıvar.





Tabii o da bu cinayeti bir zencinin işlediğine inanmaktadır. Suçlu zenciyi aramasına da lüzum kalmaz. Kasabaya gelen bir yabancı zenci bütün şüpheleri üzerinde toplamaktadır. Zenci delikanlının cinayetler üzerinde ihtisas yapmış bir detektif olması da polis şefinin düşüncelerini değiştirmeye yetmez. Zira delikanlı bir zencidir!... Şu halde cinayeti onun işlemiş olduğu muhakkaktır!... Polis şefiyle zenci dedektif arasındaki mücadele kızıştıkça kızışır, nihayet detektif cinayet saatinde, başka bir kasabada olduğunu ispat edince cinayet zanlısı damgasından kendini kurtarır... Bundan sonra beyaz polis şefiyle zenci dedektif cinayeti çözmek için beraberce çalışmaya koyulurlar... Gerçek katil bulunur ve bütün bu uğraşmalar, didinmeler arasında kasabadaki zenci-beyaz düşmanlığı da yavaş yavaş kaybolmaya yüz tutar...

Zenci dedektif, sadece katili bulmakla kalmaz aynı zamanda kasaba halkının huzurunu kaçıran gereksiz bir düşmanlığı da ortadan kaldırır...





Rekor Onda

2 FİLM, 2 OSCAR

Broadway tiyatrolarının başarılı genç rejisörü Mike Nichols, bugüne kadar Hollywood’da iki film çevirdi ve iki filmi de Oscar armağanına lâyık görüldü. Şimdi Hollywood şöhretlerinin hepsi de Mike Nichols ile çalışmak istiyor.

• Tiyatro çevrelerinde «Hain Kurttan Kim Korkar» isimli piyesin filme alınacağı haberi duyulduğu zaman, birçok tiyatro sanatçısı, «Bu çok güç bir iş. Ancak çok tecrübeli bir rejisör, uzun bir çalışmayla bu piyesin üstesinden gelir, başarılı bir film meydana getirebilir» demişlerdi... Hele filmde Richard Buton ve Elizabeth Taylor'un başrolleri oynayacağı öğrenilince filmin rejisörlüğünü yapacak şahsın önemi daha da artmıştı.



Broadway tiyatrolarında çalışkanlığı ve yaratıcı zekâsıyla dikkati çekmiş olan genç rejisör Mike Nichols'un bu önemli eseri filme çekmek için hazırlıklara başladığı haberi de sinema ve tiyatro çevrelerinde şaşkınlık yaratmıştı. Fakat Mike Nicholos, ilk defa bir filmin rejisörlüğünü yaparken hiç bir güçlükle karşılaşmadan, acemilik çekmeden, Hollywood'un en usta rejisörlerine bile parmak ısırtacak derecede ustalıkla «Hain Kurttan Kim Korkar»ı filme çekmiş ve haklı olarak büyük bir başarı kazanmıştı.

1967 yılı içinde ikinci filmini tamamlayan Mike Nichols, bu filmiyle de yeni bir Oscar armağanını kazanınca onun kabiliyetinden, bilgisinden artık kimsenin şüphesi kalmadı.



Bugün Hollywood şöhretlerinden istediğinize sorun, «Kiminle çalışmak istersiniz?» diye. Alacağınız cevap mutlaka Mike Nichols olacaktır. Hatta Avrupalı artistler bile adını yeni duydukları Mike Nichols'un bir filminde oynamaya can atmaktadırlar. Fakat bütün bunlara rağmen Mike Nichols, tiyatroyu daima ön planda tutuyor.

Genç rejisöre Oscar armağanı kazandıran «The Graduate», her şeye sahip olduğu halde gayesiz, avare kalmış zengin bir delikanlının hikâyesini anlatmaktadır. Mike Nichols, günümüzün avare gençliğinin dertlerini dile getiren bu filminde sanat gücünü bir kere daha ispat ediyor.



Broadway’de şöhrete ulaşmış olan sanatçı, «Bonnie and Clyde» filminin ona armağan kazandıracağını hiç aklına getirmemişti.

• Broadway tiyatrolarının başarılı oyuncusu Estelle Parsons, sahnedeki başarısına rağmen şansını perdede de denemeyi nedense düşünmemiş ve yıllarca sevgili Broadway'inden dışarı adımını atmamıştı. Geçen yıl, «Bonnie and Clyde» filmi çevrilirken Estelle Parsons'a bu filmde ikinci derecedeki rollerden biri teklif edilmiş ve genç sanatçı uzun bir süre tereddüt ettikten sonra bu teklife «evet» cevabını verebilmişti. Estelle Parsons, «Sırf gangster filmlerine küçüklüğümden beri meraklı olduğum için bu filmde oynamayı kabul ettim» diyordu. «Yoksa, Broadway'deki işim dururken Hollywood'a gitmeyi asla aklımdan geçirmezdim.»

Estelle Parsons, «Bonnie and Clyde» filmindeki çalışmalarına başladığı zaman bu filmin onu birdenbire Hollywood'un en gözde yıldızları arasına sokacağından tabiî habersizdi. Oscar adayı seçildikten sonra da durumunu önemsememiş, Broadway tiyatrolarından biriyle vadeli bir anlaşma imzalamıştı.



Televizyon prodüktörlüğünden sinemaya geçen ünlü karakter oyuncusunun sinemada topu topu sekiz yıllık bir mazisi var.

• Amerikan sinemasının başarılı karakter aktörlerinden biri olan George Kennedy, 1927 yılında doğdu... Önceleri televizyon programında rol alarak dikkati çekti. Bir ara prodüktörlük de yaptı. 1960 yılında da «Littie Shepherd of Kingdom Come» isimli filmde başarılı bir kompozisyon çizerek sinemaya adımını attı... Bu iri yarı, sarı saçlı, güçlü kuvvetli genç aktör, Hollywood'da eksikliği hissedilen «kötü tip» oyunculuğunu başarıyla yapmaktaydı... Son yıllarda macera filmlerinin büyük rağbet görmesi de George Kennedy gibi karakter artistlerine ihtiyacın artmasına sebebiyet vermişti. Özel hayatında ağır başlı, sakin bir aile reisi olan George Kennedy, kamera karşısında çevresine dehşet saçan bir kötü irsan olmak istemiyordu, ama bu rollerde büyük başarı sağladığı için rejisörler ona hep bu tip rolleri veriyorlardı. George Kennedy'nin 1963 yılında çevirdiği «Charade» filmindeki başarısı da onun Hollywood'un belli başlı karakter oyuncularından biri haline getirdi.



1967’nin En Başarılı Film Müzikçisi

ELMER BERNSTEİN

• «Thorughly Modern Millie» isimli filmin müziğini besteleyen Elmer Bernstein, 1967 yılının en iyi film müzikçisi olarak Oscar armağanını kazandı. 1922'de dünyaya gelen Elmer Bernstein aynı zamanda ünlü bir orkestra şefidir. «The Man With the Golden Arm» (1955); «Ten Commandmeints» (1956); «The Magnificent Seven. (1960); «The Sons of Katie Elder» (1965); filmlerinin müziklerini bestelemiştir.



1967’nin En İyi Yabancı Filmi

DİKKKATLE İZLENEN TRENLER

• İkinci Dünya Savaşında Alınanlara malzeme taşıyan trenler ve trenlerin uğradıkları istasyonlarda çalışanların hikayeleri. 1967 yılının en iyi yabancı film Oscar'ına lâyık görülen Çek filmi, işte bu temayı gerçekçi bir film anlayışıyla seyircilerin gözleri önüne sermektedir. «Dikkatle İzlenen Trenler»in gerçekten dikkatle izlenecek bir film olduğuna şüphe yok.

VE UMDUKLARINI BULAMAYANLAR

Rex Harrison, Audrey Hepburn, Warren Beatty ve Faye Dunaway, Oscar armağanının en kuvvetli adaylarıydı. Ama her yıl olduğu gibi bu sefer de tahminler tutmadı.





REX HARRİSON

• Rex Harrison, iki yıl önce «My Fair Lady» filmindeki başarılı oyunuyla Oscar armağanı kazanmıştı. Aktörün çevirdiği filmlerin hemen hepsi dikkatle izleniyor, şöhreti de günden güne artıyordu. 1967 yılında çevirdiği «Dr. Dolittle» filmindeki hayvan meraklısı doktor rolüyle de mutlaka Oscar armağanı kazanacağı tahmin ediliyordu. Ama her yıl olduğu gibi tahminler bu yıl da tutmadı. Hayranları da aynı fikirdeydi.



AUDREY HEPBURN

• Audrey Hepburn, uzun bir süre kameradan uzak kaldıktan sonra «Wait Until Dark» (Karanlığa Kadar Bekle) isimli filmde kör bir genç kızı canlandırmıştı. Yıldızın bu filmdeki başarısını görenler onun 1967'nin Oscar'larından birine sahip olacağını rahatlıkla iddia ediyorlardı. Audrey, kör genç kızı başarıyla canlandırabilmek için gerçekten çok büyük çaba sarfetmiş ve ortaya iyi bir eser çıkardığına inanmıştı.





WARREN BEATTY

• Warren Beatty, sinemanın uçarı çapkın delikanlısı olarak kazandığı şöhreti başarılı bir oyuncu olarak devam ettirmek istiyordu. «Bonnie and Clyde» filminin bütün dünyada ilgi uyandırması, Warren Beatty için büyük bir şans olmuştu. Genç aktörün böylece kefeni yırttığı ve Oscar armağanını da kazandıktan sonra Hollywood'un kalbur üstü aktörleri arasına gireceği sanılıyordu. Ama umulan olmadı...



FAYE DUNAWAY

• Faye Dunaway'in sinemada ancak bir yıllık bir mazisi vardı. Fakat çevirdiği filmlerin hepsinde büyük başarı sağlamış, hatta ünlü film yapımcısı ve artist avcısı Otto Preminger genç aktrisi himayesine almak istemişti. Faye Dunaway, 'Bonnie and Clyde' filminde de düzenli oyunuyla herkesin takdirini kazanmıştı. Fakat Oscar'a sahip olmak için bu kâfi değildi.

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1968 TARİHLİ 18. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir