Yılmaz Güney Silahsız Yapamıyor




Levent’ten İstinye’ye inen asfaltın sof tarafında, üzerine kömür tozu dökülmüş, dar bir yol vardır. Asfalttan bu yola sapıp yüz metre kadar yürürseniz gözünüze yazıları güçlükle okunan bir tabela ilişir:

«Başbakanlık Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü İstanbul Bölgesi Atış Poligonu». Geçen hafta cuma günü öğleden sonra buradaydık. Ve yanımızda yerli sinemanın «Çirkin Kral»’ı Yılmaz Güney, Rus yapısı bir tüfekle atış talimleri yapıyordu.

Yılmaz Güney bizi karşısında görünce doğrusu çok şaşırmıştı. Her halde bizlerle karşılaşacağını hiç tahmin etmediği için olacak, bir tuhaf olmuştu.





O gün Yılmaz Güney'i, Levent'te tesadüfen görmüş ve bir süre önce 110 bin liraya aldığı otomobilini takip ederek poligona gelmiştik.

Önce, atış poligonuna niçin geldiğini söylemek istemedi: «Eğlence için,» diye kestirip atmak istedi. Fakat biraz ısrar edince doğruyu söylemekten başka çare bulamadı:

- «Madem ki beni yakaladınız, açık konuşayım» dedi. «Türkiye Baitrap Şampiyonası'na hazırlanıyorum. Şu anda plakadan 20'sini, 60 plakadan 40'ını vurabiliyorum.»

Gerçekten de Yılmaz Güney, gözlerimizin önünde otomatik makinelerin havaya fırlattığı kahve tabağı büyüklüğündeki plakaları 50 metre mesafeden vuruyor, bizlere keskin bir nişancı olduğunu ispat ediyordu.





Yılmaz Güney'in silah hastası olduğunu, havada uçan sineği bile vurduğunu görmüş ve duymuştuk. «Eşrefpaşalı» filminde, eşi Nebahat Çehre'nin başına koyduğu bardağı, hiç bir artistin cesaret edemeyeceği bir hareketle kamera hissi yapmadan ilk atışta parçalandığına şahit olmuştuk ama, ne yalan söyleyelim, onun bir Türkiye şampiyonasına katılacağını, hiç aklımıza getirmemiştik.

Yılmaz Güney, bir taraftan bizimle konuşuyor, arada da atışlarına devam ediyordu...

60'da 38, 61'de 39, 62'de 40, 63'te 41, 64'te 42, 65'te 43, 66'da 44.





Türkiye Baltrap Şampiyonu Aydın Bölgesinden Fettah Günay'ın derecesi 200 plakada 161 isabetti. Türkiye İkincisi İstanbul Bölgesinden Mehmet Salihoğlu ise 200 plakadan 160'ını vurmuştu. Bu dereceler orana vurulursa ortaya yüzde 80 gibi bir rakam çıkıyordu. Yılmaz Güney'in oranı ise 66 plakadan 44'ünü vurduğu için yüzde 66 idi. Bu da, baltrap atışlarına yeni başlamış bir atıcı için büyük hem de çok büyük bir başarıydı. Nitekim o gün orada bulunan yılların atıcıları bunu Yılmaz'a söylediler:

- «Sen yakında hepimizi geçeceksin, muhakkak Türkiye Şampiyonu olursun,» dediler.

Yılmaz da onlara, «Tabii olacağım,» diye cevap verdi. «Bu sözler, adeta bir meydan okuma havasındaydı. Yılmaz'a, Türkiye Baltrap Şampiyonasına hazırlanmanın nereden aklına geldiğini sorduk:





- «Madem silahı seviyorum, bundan niçin bir mükafat kazanmayayım dedim. Cümle alemin bildiği gibi sinemanın dışında ikinci bir işim de silah benim. Sinemada nasıl en iyi oyuncu unvanını aldıysam, silahtan da en iyi atıcı unvanını alacağım. Hem burada başarım daha çabuk ve kesin olacak. Çünkü burası er meydanı. Sinemadaki gibi perde arkası oyunlar yok. Mertçe bir mücadele var. Attığını vursan mükafat senin.» Bir an durdu ve Sirkeci'den 2 000 liraya sat n aldığı silahına baktı. Sonra kendinden emin bir insan edesiyle: «Ve yaza doğru attığımı vuracağım.» dedi:

Yılmaz'da silah sevgisi, avrat sevgisi kadar kutsaldı. Silah sevgisini belirtmek için «At, Avrat, Silah» filmini yapmıştı. Filmlerinin çoğunun isminde de muhakkak «silah» kelimesi vardı.



Yılmaz, bu derin sevgisini bize şöyle izah etti:

- «Silaha olan sevgim, bağlılığım hep yanlış anlaşıldı. Silahı başkalarını yaralama, öldürme vasıtası olarak hiç bir zaman düşünmedim. Çocukluğum, kan davaları yüzünden insanların bedava yere öldükleri bir çevrede geçti. Babamı, gözümün önünde vurdular. O zamanlar henüz 9 yaşında bir çocuktum. Babamın biri (Bulgar beyliği), diğeri (Valter) iki tabancası, ayrıca Fransız kırması bir tüfeği vardı. Sözün kısası 10 yaşımdan beri silahla haşır neşirim. Bir ara silaha tövbe etmiştim. Gene öyleyim. Şimdi ancak sportif maksatlarla elime silâh alıyorum. Bunun dışında silahla ilgili başka bir gayem yok.»



Yılmaz Güney'le otomobiline bindik. Şimdi şehre dönüyoruz. Çok hızlı gidiyordu. Bize döndü:

- «Merak etmeyin,» diye konuştu «Benim otomobilimde kaza geçirseniz bile, bir yeriniz incinmez. Bugüne kadar tam 14 kaza yaptım. Fakat görüyorsunuz yine de sapasağlam ayaktayım. Hem biliyor musunuz, Türkiye'de bir otomobil sürat yarışı yapılsa, muhakkak onda da şampiyon olurum. Ben iyi bir sinema oyuncusu olduğum kadar, iyi bir atıcı, iyi bir atıcı olduğum kadar da hızlı bir şoförüm.»

Doğru söze ne denir!..

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1967 TARİHLİ 46. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir