Ekrem Bora Seyahate Çıkıyor




Topağacı’nda Bora’ların evindeyiz. Fakat Ekrem ortalarda yok. Fi! imciler aniden gelip sete götürmüşler. «İki saate kadar geleceğim» diye haber bırakmış. Bekliyoruz. Bu arada kibar, sevimli eşi Gül ile sohbet edip, dereden tepeden konuşarak, Ekrem Bora’nın gelmesini bekliyoruz. Gül Bora biraz sinirliydi:

– «Bir haftadan beri Ekrem’in de, benim de sinirlerimiz müthiş bozuldu,» diye söze başladı. «Allah’ım ne dedikodular, ne yazılar onlar… Yok Ekrem ile Sevda Ferdağ arasında gizli bir aşk başlamış, yok Ekrem, Sevda’yı deli gibi seviyormuş, yok Sevda, Ekrem’e tapıyormuş… Deli saçması bunlar. Yazanlar, konuşanlar nereden, nasıl çıkarırlar bu palavraları aklım almıyor.





«İnanmazsınız, Sevda geçen akşam bize geldi, hüngür, hüngür ağladı. Güç teselli ettim.

«Sevda ile Serem arasında böyle bir şey olamaz... Bilmez miyim Sevda'yı... Benim en yakın arkadaşlarımdan biri... Her an evimize girip çıkan bir insan.

«Bereket kısa zamanda sinema çevresini ve Ekrem'i çok iyi «tanıdım. Böyle dedikodulara kulak tıkamasını öğrendim. Yoksa halimiz nice olurdu. Saadetimiz mahvolur, yuvamız yıkılır, canımdan çok sevdiğim biricik kızım babasız kalırdı...»





Bu sırada içeriden altı aylık en küçük Bora'nın tiz çığlığı yükseldi. Gül: «Eyvah Lale uyandı!...» diyerek yerinden bir ok gibi fırladı. Az sonra yanımıza döndüğünde kucağında tombul mu tombul bir kız çocuğu vardı.

- «Lale o kadar şişmanladı ki, sormayın... Bizi bayağı bir telaştır aldı. Geçen gün doktora götürdük, doktor perhiz tavsiye etti. 'Fazla yedirmeyin' dedi. Bizim kız daha altı aylıkken rejim yapmaya başladı anlayacağınız...»

Konuşmamız, kapının zilinin iki kısa bir uzun üç defa çalınması ile kesildi. Gül:

- «Gelen muhakkak Ekrem'dir» dedi. «Zile hep böyle basar...»





Kızının aksine Ekrem Bora zayıflamıştı. Saçlarındaki kırlar ise biraz daha fazlalaşmıştı.

- «Kusura bakmayın çocuklar» diye söze girdi. «Ülkü Erakalın'ın filminin finali kalmıştı, onu bitirdik.

«Bu yıl Antalya Film Festivali'nden çok ümitliyim. En iyi oyuncu olduğumu bir defa daha ispat edip, (Altın Portakal)ları ikilemek istiyorum. Kısmet tabiii...»

Sigarasından peş peşe iki nefes çekti. Viskisini yudumladı:





- «Bunu ilk defa size söylüyorum» dedi. «Çok yorgunum. Çalışma gücümün her geçen gün biraz daha azaldığını hissediyorum. Yılbaşına kadar üç, dört teklif aldım, hepsini reddettim. Bu satırların çıktığı günlerde ben Avrupa'da olacağım.

«Gerçi seyahat bir aydan fazla sürecek, beni biraz yoracak ama, ne de olsa seyahatlerin insan ruhu üzerinde dinlendirici etkileri oluyor. Değişik manzaralar, değişik insanlar, insanda ne yorgunluk bırakıyor, ne de bir şey... Hiç olmazsa bu süre içinde Yeşilçam'dan yakamı sıyıracağım. Dedikodularından, bonolarından, sahte havasından her şeyinden, her şeyinden kurtulacağım...»





Söze Gül karıştı:

- «Otomobille önce Viyana'ya, oradan Münih, Hamburg ve Londra'ya gideceğiz.» dedi... «Londra'da bir sınıf arkadaşım var benim. Onu da bu arada ziyaret etmek istiyoruz. Dönüşte belki Paris'e uğrarız. Roma'ya da gitmek istiyorum ama... Bakalım kısmet... Seyahat muhakkak ki güzel bir şey. Ama Lale'den bu kadar uzun zaman ayrı kalmak yok mu?... Hani bazen bu cazip geziden bu yüzden vaz geçmek istiyorum... Ama Ekrem, öylesine yorgun, öylesine yorgun ki... Lale'yi anneme veya teyzeme bırakacağım. Artık epeyce büyüdü. Ana sütüne ihtiyacı kalmadı.



Çayları içmeye başladık. Söz döndü, dolaştı gene dedikodulara geldi.

Gül, Ekrem'e sevgi dolu gözlerle baktı:

- «Ben bu dedikodulara Ekrem üzüldü diye üzüldüm. Yoksa bana olan sevgisinden eminim.» dedi. «Gece - gündüz demiyor çalışıyor. Bir de dedikodulara üzülürse hali ne olur sonra?»

Ekrem:



- «Sen üzülme karıcığım» diye söylendi. «Yakında gidiyoruz. Bakalım o zaman ne dedikodular çıkaracaklar?»

Ekrem Bora'nın sinirleri gerçekten çok bozulmuştu. Bunu da peş peşe sigara ve viski içmekle ayan beyan belli ediyordu. Çok çalışmak, onu hala bekarlık zamanında olduğu gibi uçarı çapkın olarak görenlerin yaydıkları dedikodular, Ekrem'i adeta bir sinir küpü haline getirmişti. Konuşuyor, konuşuyor, durmadan konuşuyordu.

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1967 TARİHLİ 45. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir