Faye Dunaway’in Parlayan Yıldızı



Şöyle bir düşünün bakalım, adı herkesin ağzında dolaşan, her hareketi dikkatle takip edilen bir yıldız oluverseniz, kendinizi nasıl hissedersiniz? Kalabalık arasında dolaşırken küçük dünyaları yarattığınıza inanarak çevrenize gururla mı bakarsınız, yoksa, «Eyvah, herkes beni tetkik ediyor, bir pot kırmasam,» diye endişelenir misiniz? Bir an için kim olduğunuzu unutun. Faye Dunaway olduğunuzu farz ediverin. İki yıl öncesine kadar hiç kimse sizinle ilgilenmezken birdenbire sinema dünyasının bir numaralı yıldızı mevkiine yükseliverdiğinize kendinizi inandırmaya çalışın. Nasıl, birden bire yüzünüzün ifadesi, yürüyüşünüz, davranışlarınız değişiverdi, değil mi?





Artık kendinizi eskisi kadar hür de hissedemiyorsunuz. Her şeyden önce toplumun malısınız artık... Seyircilerin hoşlanacakları şekilde gülümsemek, onların beğenecekleri şekilde konuşmak, onların zevklerini okşayacak şekilde giyinmek zorundasınız. Halbuki iki yıl önce bu dertlerin hiç birinden haberiniz yoktu. Hollywood'a gelmiş, bir televizyon şirketinde iş bulabilmek umuduyla o stüdyo senin, bu stüdyo benim misali dolaşıp durmuştunuz. Hollywood'a ilk gelişinizde ürkek, sakin, gölgesinden bile korkan bir genç kızdınız. Sokakta yürürken kimse başım çevirip size bakmazdı. Ama şimdi öyle mi ya? Hollywood'un en lüks otelinde mükellef bir daireniz var. Hayranlarınızın sokakta değil yürümenize, kaldığınız otelin lokantasında oturup yemek yemenize bile fırsat vermiyorlar.





Hollywood'a iki gelişiniz arasında geçen zaman her halde ara sıra kopuk birer film şeridi halinde gözlerinizin önünde canlanıyor değil mi? Zaman zaman Amerikalı bir çavuşun kızı olduğunuzu düşünüyorsunuz. Babanızla beraber yıllar yılı göçebe bir hayat sürdüğünüzü hatırlıyorsunuz. Sonra o ilk aşkın heyecanım duyduğunuz gün gözlerinizin önünde canlanıyor. Delikanlı sizinle evlenip mutlu bir yuva kurmak istemektedir. Fakat sizin kalbinizde başka bir aşkın kıvılcımları vardır. Bu iki aşk arasında bir tercih yapmak gerekirse hangisini seçeceksiniz? Delikanlıyı mı, yoksa tiyatro aşkını mı?



Mücadele uzun sürmemiş, yakışıklı delikanlının yalvarmalarına kulaklarınızı tıkayıp ikinci aşkınızın esiri olmuştunuz. Bir şeyler yapabilmek, isminizi duyurabilmek hevesi içinde tatlı çırpınmalarla geçen o ilk günlerden sonra, günün birinde ümitsizlik kapınızı çalar. Her şeye rağmen şöhretli bir tiyatro artisti olamamak ihtimali vardır ve bu da uykularınızı kaçırmaktadır. Baş vurduğunuz tiyatrolardan daima ret cevabı alınca bu defa da şansınızı televizyonda denemeye kalkarsınız. Televizyon şirketlerinin ancak reklam programlarında ufak tefek bir - iki role çıkarak tiyatro aşkını, şöhret hırsım tatmin etmeye çalışırsınız. Peş peşe gelen şanssızlıklar, maneviyatınızı bozduğu halde içinizdeki o ölümsüz aşk, yükselmek hırsı sizi bir süre daha mücadeleye zorlar ve işte nihayet, günün birinde Hollywood’a şöhretli bir film artisti olarak dönersiniz.





Artık yalnızlık korkusu, istikbal endişesi gibi uyku kaçıran, huzur bozan düşüncelere zihninizde yer kalmamıştır. Hayranlarınız, bir saniye bile yalnız kalmanıza fırsat bırakmayacaklar, hatta zamanla eski yalnızlık günlerini arayacak hale de gelebileceksiniz. Daima yüzünüze gülen, daima sizi metheden birtakım insanların varlığı, günün birinde canınızı sıkıp hayatınızdan bezmenize de yol açacak. Fakat her şeye rağmen, geriye dönmek istemeyeceksiniz, zira artık kendinizi bambaşka bir dünyanın insanı görmekte ve bu dünyanın malı olduktan sonra eskiye dönmeye imkan bulunmadığını anlarsınız.



Şöhrete ulaştıktan sonra geçmiş günlerin bir önemi kalmaz tabii. Gazetecilere beyanat verirken, «Gelecekte başıma neler gelebileceğini düşünmek bile istemiyorum,» dersiniz. «Bugün sinemanın tanınmış bir artisti olmak bana yetiyor. Geriyi ve ileriyi düşünmeme lüzum yok. Kendimi bildim bileli artist olmak istiyordum. Nihayet bu isteğim gerçekleşti. Ama tiyatroların önünden geçerken içimin acıyla şöyle bir burkulduğunu da itiraf etmeliyim. Tiyatro sahnelerinin büyüsünden henüz kendimi kurtaramadım. Fakat her şeye rağmen kamera karşısında çalışmak bana sonsuz bir zevk veriyor. Çalışmalar bittikten sonra evime dönünce, film setine gideceğim anı sabırsızlıkla bekliyorum. Nereye gideceğimi, kameradan uzak geçecek saatlerimi nasıl dolduracağımı bilemiyorum,» diyeceksiniz. Onlar da size hak verecekler...



1920 yıllarının müthiş gangsteri Bonnie rolünün dünyaya kazandırdığı bu şöhretli yaldızın başından geçenleri kısaca sizlere anlatmaya çalıştım. Şimdi samimi söyleyin, bugün bütün dünyanın ismini dillerinden düşürmedikleri Faye Dunaway’in yerinde olmak ister misiniz?

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1968 TARİHLİ 14. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir