Filiz Akın’ın Öğrencilik Anıları
Topağacı'ndan Ihlamur Kasrı'na döne döne iniyoruz. Virajlı yolda, kırmızı spor arabanın içindeyiz. Direksiyonda sarı saçlı, 25 yaşında, güzel bir kadın var. Bundan yedi yıl önce, yatılı bir öğrenci olarak okuduğu liseyi bitirmiş. Seyahat acentesinde çalışmak, üniversiteye yazılmak, İstanbul'a film çevirmeye gitmek derken milyonlarca sinema seyircisinin hayran olduğu bir «star» olup çıkmış... Şimdi evi var, eşi var, evladı var... Her şeyi var, ama bir şeyi yok: Lise öğrencisi olduğu yıllarda taşıdığı gamsız, kedersiz, üzüntüsüz kalbi...
Filiz Akın, Kabataş'tan araba vapuruyla karşıya geçerken denizin mavisine, martıların beyazına daldı gitti. Yeğeni Handeyi hafta sonu olduğu için okuldan almaya gidiyordu. Bu kız, tıpkı kendisinin 10 yıl önceki dünyasında yaşıyordu. Ve Filiz ona gıpta ediyordu! Hande, şimdi şu anda kim bilir sınıfta hangi öğretmenin hangi dersini dinliyordu? Üsküdar meydanından Bağlarbaşı'na çıkan yokuşta hep bunları düşünüyordu. Sınıfların o tebeşir tozuyla beyazlanan havası burnunda tütüyordu. Bütün aşina çehrelerin, arkadaşlarının ayaklarının binlerce, on binlerce defa girip çıktığı sınıfların o sihirli atmosferindeki 18 yaşındaki Filiz artık mazi olmuştu.
«Hatırada kalan şey unutulmaz zamanla» mısraı aklından geçti. Okulun kapısında arabasını bırakıp bahçeye girince kulağına uzun uzun çalan zil sesi geldi. Önce bahçe sessizdi. Fakat arkadan merdivenlerden inen yüzlerce ayağın çıkardığı o tanıdık gürültü, bir neşeli şarkının notaları gibi gönlünü doldurdu. 11 yıllık hayatı, çocukluk ve genç kızlığının en güzel günleri bu zil sesleri arasında geçmişti: Ders yılı başında çalan «meraklı», «ürkek» zil sesleri... İmtihan yapılacak derslere girerken çalan «heyecanlı» zil sesleri... Yazılılarda herkesten önce ve doğru olarak imtihan kağıtlarını doldurup beklerken çalan «zafer borazanlarını andıran «sabırsız» zil sesleri... Sözlülerde, kara kaplı not defterinden sıra numarasına göre kara tahtanın önüne çekileceği ve «çalışamadım, bilmiyorum» demeyi düşünürken sarı saçlı kızı ölüm kadar acı sözlerden uzak tutan «kurtarıcı» zil sesleri... Çok sevilen bir öğretmenin çok tatlı dersini, en güzel yerinde kesen «münasebetsiz» zil sesleri... Ders yılı sonunda bizi bütün sevdiklerimizden ayıracak olduğunu bildiğimiz «zalim» zil sesleri... Otomatik olduğu için, sıcak tatil günlerindeki boş okulda, öğrencilere geçmiş yılları hatırlatan «hasretli» zil sesleri...
Çocuklar bahçeye çıkıp da etrafını, bahçedeki havuz gibi daire şeklinde kuşatınca kendine geldi. Kuşlar gibi şakıyorlar, her biri bir söz söylüyor, bütün konuşmalar birbirine karışıyordu. «Hayran» öğrencilerle bol bol hatıra resimleri çektirdi. Hande, meydanda yoktu. Arkadaşları onun yukarıda, sınıftan çıkıp yatakhaneye gittiğini söylediler. Filiz Akın mermer merdivenlerden «ağır ağır çıkarken» sarı saçlarına çarpan güneş alnını ve şakaklarını beyazlatmış gibiydi...
Okulun içine girmek için müsaademiz olmadığı için biz bahçede kaldık, Filiz okula girdi...
ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1968 TARİHLİ 8. SAYISI