Halit Refiğ’in “Nilgün”ü

Kapısını çaldığımız binanın hemen yanında büyük, neon ışıklı bir ilan vardı… Bir yeldeğirmeni ve üzerinde koca koca harflerle iki kelime: «Aşk Değirmeni!» Kendi kendimize «Aşk değirmeninde acep ne öğütürler ki?» diye sorarken kapı açıldı, içeri girdik. Uzun, loş bir salon… Gözümüz alışınca önce sağda, solda gelişigüzel sıralanmış spotlar gördük… Spotların aydınlattığı dans pistinde, içlerinde Kartal Tibet’le Fatma Girik’in de bulunduğu dört beş çift, kameranın arkasında çalan gitarın nağmelerine ayak uydurmuşlar, daha gerilerde birkaç ağaç ve tam dört tavukla üç ördek… Evet, bu kulübün yeniliği (!) de bu… Duvar kenarlarını delikli tellerle örtmüşler, telin içinde kalan kısma da minik bir hayvanat bahçesi kurmuşlar! Çiftler pistte döndüler, döndüler. Kartal’la Fatma arada bir suflörün bağırdığı ‘diyaloglarını söylediler’ ve nihayet rejisör Ertem Eğilmez «Stop» diyerek sahneyi kesti. Işıkçılar yeni bir çekim için ışık düzenlerken biz de rejisörle konuştuk.





Türk Edebiyatının ünü değerinden katbekat üstün romanlarından «Nilgün» burada tavuklu, ördekli gece kulübünde ikinci defa filme alınıyordu. İlk «Nilgün'ü Prodüktör Sezai Solelli, rejisör Münir Hayri Egeli'ye yaptırmış ve başrollerinde Cüneyt Gökçer, Erika Remberg ve Lale Oraloğlu oynamıştı. Çevrildiği zamana göre temiz ve itinalı bir film olan ilk «Nilgün» için ekip İstanbul'dan kalkıp Hindistanlara kadar gitmiş, masraftan kaçınılmamış, fakat buna rağmen film yapımcının bütün iyi niyetine rağmen, pek başarılı olamamıştı.

Türk sinemasında ünlü romanların filme alınırken, neredeyse yazarının dahi tanıyamayacağı şekilde değiştirildiğini bildiğimiz için reji asistanı Temel Gürsu'dan (Tanju Gürsu'nun kardeşi) filmin konusunu anlatmasını rica ettik...





- «Nilgün bir aşk hikayesidir. Gerçek bir sultan olan Nilgün'le, ona rastlayıncaya kadar aşkı tanımamış çapkın, maceraperest bir erkeğin aşkını anlatır. Siz isterseniz buna bir 'takip hikayesi' de diyebilirsiniz... İlk defa karşılaştıkları zaman Nilgün, düşkün, kirli, pasaklı bir kadındır. Onun bir Türk sultanı olduğunu bilen Ömer bu haliyle meydana çıkarsa bunun memleketimiz için iyi bir propaganda olmayacağını düşünür ve sert kelimelerle zengin, kibar insanların bulunduğu güverteye çıkmamasını söyler. Nilgün buna kızar ve ondan intikam almak için Allah'ın kendisine bahşettiği bütün kadınlık silahını kullanır ve sonunda muradına erer. Ömer Nilgün'e sırılsıklam aşık olmuştur. Sonra aralarında bir kovalamacadır başlar... Fakat sonunda iki aşık birleşirler...»





İlkinde Cüneyt Gökçer'in canlandırdığı Ömer rolünü, ikinci Nilgün'de, uzun bir sahne tecrübesine sahip olan Kartal Tibet oynuyor. Erika Remberg'in oynadığı Nilgün Sultan rolünde ise Fatma Girik var... Bu filmde Kartal'la Fatma çok enteresan bir rekor kırıyorlar. Her iki artist de son üç filmlerinde karşılıklı oynadılar. Önce «Son Gece», sonra «Hırsız Prenses» ve şimdi de «Nilgün» de... Filmde, evvelce Lale Oraloğlu'nun oynadığı Nilgün'ün halası Dilbeste rolünde bu defa Oya Peri var. Bu rol de başrolü iki tiyatrocunun oynaması bakımından enteresan bir benzerlik gösteriyor. Tam 15 yıl arayla iki defa çevrilen filmde aynı rolü paylaşanlar az aralıklarla sahneye geçtiler ve biri bir tavernada, diğeri de bir gece kulübünde şarkı söylemeye başladılar. Filmde Münir Özkul'la Önder Somer'in de önemli rolleri var. Biri Kaptan Tayfur'u, diğeri Mapa Meliki Ahmet'i oynuyor.





Işıkların hazırlanması bittikten sonra, sahne düzenlendi, prova yapıldı. Rejisör Ertem Eğilmez...

- «Beyler, hanımlar! Lütfen dikkat edelim! Çekiyoruz. En küçük bir fısıltı dahi istemem» diye bağırdı «Kamera» komutunu verdi. Artistler, figüranlar dikkatle — ve sessizce — rollerini oynamaya başladılar. Birden o koyu sessizliği bir feryat yırttı...

- «Gıd... Gıd... Gıdaaak!...»

Ertem Eğilmez başta olmak üzere settekiler gülmeye başladılar. Meğer tavuklardan biri «bol yumurta yumurtlayan» cinstenmiş. Tam film çekilirken her günkü marifetini göstermiş...



Nilgün'ün yazarı, Refik Halit Karay sağlığında kendisiyle konuşan bir yazara coğrafya merakından bahsederek: «Mesela Nilgün buna bir misaldir. Hiç gitmediğim, hiç görmediğim yerlerin tasvirleri, okuduğum kitaplar ve tetkiklerim sayesinde orada yaşamışım hissini verecek kadar kuvvetlidir» (1) demişti. İkinci Nilgün'ün rejisörü Ertem Eğilmez de:





- «Biz Nilgün için sadece İzmir'e gidebiliyoruz. Ben de üstat Refik Halit gibi yaptım. Bol bol okudum, birçok dekoratör arkadaşla konuştum. Taç Mahal ve diğer bütün mekanları burada dekorla çekeceğiz. Yalnız dekorlara çok dikkat ediyoruz. Aman bunu bilhassa belirtin,» dedi. Bu sözlere göre Nilgün, gezilmeyen yerlerde yazılmış, gidilmeyen yerlerde çekilmiş, 'görülmemiş' bir film olacak. Şaka bir tarafa, ortalığı Killinglerin, Mandrakelerin, Uçan Adamların doldurduğu bir ortamda filmcilerin Samanyolu, Son Gece, Nilgün, Çalıkuşu, Sinekli Bakkal gibi Türk romanlarına eğilmesi — seçilen eserlerin değeri münakaşa kabul etse bile — «yerli» sinema açısından faydalı ve sevindiricidir.

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1968 TARİHLİ 6. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir