Dünya Sinema Tarihi



ESKİ GÜNLERE RAĞBET: Çekilen acıların, ölüm korkusu içinde geçen karanlık günlerin üzerinden yıllar geçince bunların hatırlanması insana nedense pek hoş gelir. Eski günlerin kötü tarafları bir anda unutulur, iyi tarafları araştırılır. Amerikalı seyirciler de Amerika'nın kuruluşuna ait hikayeleri perdede seyretmekten zevk alıyordu. Bu büyük mücadelede can verenlerin hayat hikayelerinin acı taraflarından ziyade perdeye tatlı tarafları aktarılıyordu. Daha sonraki yılarda kovboy filmlerinin üstadı olarak ün yapacak olan John Ford, 1924'te «The Iron Horse» (Demir At) isimli bir film çevirmişti. Daha önce filme alınan «Covered Vagon» (Örtülü Vagon)dan sonra aynı hava içinde çevrilen bu ikinci film de ilki gibi pek beğenildi ve böylece üstat John Ford'da sinemadaki yerini bulmuş oldu.





TİYATRODAN ÖNEMLİ BİR TRANSFER: Sinemanın kuruluşundan bu yana, filmciler, daima gözlerini tiyatro sahnelerine dikmişler; sahnenin başarılı sanatçılarını sinemaya çekmek için bütün güçleriyle uğraşmışlardır. Bugün eski yeni artistlerin hayatını incelerseniz çoğunun tiyatrodan geldiğini görürsünüz. 1924 yılında tiyatrodan sinemaya çok önemli bir transfer olmuştu... Broadway sahnelerinde başarısı ve yakışıklılığıyla dikkati çeken John Barrymore, sinemanın cazibesine dayanamayıp tiyatroyu terk etti. Bu, sinema tarihinin belki en büyük transferidir. Sinemaya ve tiyatroya ölümsüz sanatçılar yetiştirmiş olan Barrymore ailesinin kaderi de John Barrymore'un sinemaya transferiyle değişmiştir diyebiliriz... Barrymore'ların hikayesini ileride daha tafsilatlı anlatacağız. Bu sebeple şimdilik sadece John Barrymore'un 1924'te «Beau Brummell» filmiyle sinemaya geçtiğini hatırlatmakla yetiniyoruz. İngiliz tarihinin şık giyinmesiyle şöhret yapmış ünlü çapkını ''Beau Brummell'' John Barrymore'un başarılı oyunuyla yeniden dünyaya gelmişti. Tıpkı Beau Brummell gibi, John Barrymore da yakışıklılığı ve zevkli giyimiyle sinema dünyasında isim yapmıştır.





BİR YILDIZ BÜYÜYOR: Norma Shearer'ın, John Gilbert ve Lon Chaney'in baş rollerini oynadıkları «Tokadı Yiyen» isimli filmde başarı sağladığını ve filmcilerin dikkatini çektiğini belirtmiştik. Fakat o filmde başarının aslan payı John Gilbert ile Lon Chaney'indi. Norma Shearer sadece sevimli çehresiyle ve güçlü oyuncuların yanında sönük kalmamış olmasıyla dikkati çekmişti. Oysa genç yıldızın şöhrete ulaşması için bir başka filmde kendini göstermesi gerekiyordu. 1925'te çevirdiği «Yalanlar Kulesi» Norma Shearer'in kabiliyetli bir sinema oyuncusu olarak tanınmasını sağladı. Bu kabiliyetli yıldız, yıllar yılı sinemanın unutulmaz şöhreti olarak hafızalarda yaşamıştır.







OPERADAKİ İLK HAYALET: Sinemaseverler için «Operadaki Hayalet» hikayesi hiç de yabana atılır değildir. Dünya sinemasını yakından takip edenler, muhakkak «Operadaki Hayalet» filmini seyretmişlerdir. Tabii her defasında da değişik bir kadroyla. Fakat bu ilgi çekici eserin ilk filmini seyredenler, Lon Chaney'in başarısını asla unutamamışlardir. Universal Şirketinin büyük masrafları göze alarak çevirdiği bu film, 1925 yılında dünyada önemli bir sinema hadisesi olmuştu. Özellikle büyük avizenin müthiş bir şangırtıyla seyircilerin üzerine düşmesi pek büyük heyecan yaratmıştı. Bu ilgi çekici filmde Lon Chaney'den başka Norman Kerry ve Mary Philbin de başrollerde oynuyordu. Mary Philbin'i Ercih von Stroheim keşfetmiş ve onun koruyucu meleği olmuş, başrollerde oynamasını sağlamıştı. Sinemanın ilk yıllarında da bugünkü gibi genç yıldız adaylarının böyle ünlü ve nüfuzlu koruyucuların yardımıyla şöyrete ulaşmaları sık rastlanan olaylardandı. Mary Philbin, «Operadaki Hayalet» filminde büyük başarı sağlamış, koruyucusunu mahçup etmemişti.





ÜÇ GENÇ KIZIN HİKAYESİ: Ciddi, heyecanlı eserlerin yanısıra seyirciye tatlı dakikalar geçirtecek filmlere de yer vermek gerektiğini filmciler anlamışlardı. Genç kızların hoşlanacakları filmler modası da sinemaya böylece yerleşti. Bu türdeki filmlerden biri sinema seyircilerine hoşça vakit geçirttikten başka, üç genç artist adayının da şöhrete ulaşmasını sağlamıştı. «Sally, Irene ve Mary» isimli filmde Saily O'Neill, Constance Bennett bu filmden sonra hemen şöhretin zirvesine ulaşıverdi. Joan Crawford'un yükselmesi, kendini tanıtması ise biraz daha zor oldu. Fakat bu üç genç kız arasında sinemada en çok adı geçen de gene Joan Crawford oldu. Bugün Saily O'NeiIl'in hiç bir yerde adı geçmiyor. Constance Bennett ise çoktan eski artistler sırasına girdi. Joan Crawford ise hâlâ sinemanın şöhretleriyle boy ölçüşüyor. Pek sık olmasa bile yine de film çeviriyor. Böylece «yavaş atın tekmesi pek olur» sözü yerine gelmiş oluyor.





GEÇİM YOLU: Sinemanın kuruluşundan bu yana «En çok hasılat yapan film,» unvanını taşıyan «Rüzgâr Gibi Geçti»nin galası yapıldıktan bir süre sonra bir gazeteci, filmin baş aktörlerinden Clark Gable'a, «Sinemanın en ünlü aşıkı olmak nasıl bir şey, anlatır mısınız?» diye bir soru sormuştu. Clark Gable soruyu, «Bu da bir geçim yolu» cümlesiyle cevaplandırmıştı. Ünlü aktör, «Rüzgâr Gibi Geçti»nin baş aktörü olmadan yıllarca önce 1925'te Hollywood'a gelmiş, yıllarca figüranlık yaparak geçimini sağlamış, filmcilere kendini beğendirmekte çok güçlük çekmişti.





WALLACE BEERY'NİN YILI: Bir tarafta Clark Gable, şöhrete ulaşmak için insan üstü gayret sarf ederken, öbür taraftan da Wallace Beery, meslek hayatının en parlak devresini yaşıyordu. Filmciler bu kabiliyetli aktörü filmlerinin hepsinde oynatmak istiyorlar, fakat ne yazık ki günün 24 saat oluşu buna imkan vermiyordu. Edna Ferber'in «So Big» isimli romanından aktarılan filmden sonra ünlü aktöre bir başka romancının, Conan Doyle'nin «The Lost World» (Kayıp Dünya) isimli eserinden alınan filmde baş rol verildi. Böylece, 1925, Wallace Beery'nin yılı oldu.

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1968 TARİHLİ 19. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir