Tamer Yiğit Yine Yalnız



Haydarpaşa Garı... Kemalettin Kamu önce bir şiirinde «Tren Sesleri» ni anlatmış. Ama o şiiri okumayanlar da, hatta okuma, yazma bilmeyenler de tren seslerinin insanın içine hüzün veren özelliğini taa derinlerden hissetmişlerdir! Hele hava sisli, yağmurlu, bulutlu olursa... Hele gurbete gidiyor, sevgilinizden, ya da sevgililerinizden ayrılıyorsanız. «Ayrılık biraz da ölüm demektir» diyen cümle lokomotifin solumaları, rayların birleşme yerlerinden çıkardığı biteviye seslerle karışıp kafanızda tren tekerlekleri gibi döner durur.





Şimdi de gene Haydarpaşa Garı'ndayız. Trenler geliyor, trenler gidiyor. Düdükler, kampanalar, kömür tozları, buhar bulutları, bağrışmalar, itişip kakışmalar... Peronlardan birinde üç genç erkek ile bir yaşlı ana var. Tren hareket etmek üzere... «Anadolu Postası» biraz sonra kalkıyor. Üçü de kardeş olan üç erkekten biri yaşlı kadının elini öptü:

- «Affet günahımı ana!» dedi. «İstemezdim, ama katil oldum. Benim başımı büyük şehir yedi, sen bu iki kardeşimi kurtar... Gidin artık kasabamıza... Gidin ve bir daha gelmeyin...»





Ana, oğluna sarıldı, öptü, ağladı. Katilin arkasında bekleyen sivil polisler kollarından tutup sakalları ağarmış büyük ağabeyi alıp gitti. Kalan iki erkek yaşlı anaya sarıldı. Onlar da ağlıyordu.

Filmin bu sahnesi çekildikten sonra öğle tatili verildi ve biz de Tamer Yiğit'le baş başa sohbet imkanın bulabildik. Bu yakınlarda çok sigara içiyor. Hemen filtreli sigarasına el attı. Çok acı çekmiş insanların tavrıyla iç çekti:





- «Sinema hayatımın yeni bir devresine geldim artık» dedi. «1962'de SES Mecmuası Kapak Yıldızı Yarışması'nı kazanmamın üzerinden tam 5 yıl geçti. Kadın veya erkek, yerli sinema dünyasında tanıdığım iyi insanlar bir yana, kötüler tarafından çok kandırıldım, çok aldatıldım. Ama bütün ziyan ve kayıplarımdan daha büyük bir kazancım oldu: İçinde yaşadığım 'yalancı dünya' yı tanıdım. Orhan Kemal'in yerli sinema dünyası üzerine yazdığı büyük bir romanının adıdır bu 'Yalancı Dünya'... Ama gerçeğin tam kendisidir.»





Dertliydi, üzüntülüydü, kederliydi... Bir sigara daha...

- «Ama, şimdi daha büyük bir güçle, daha şuurlu ve bilgili bir şekilde, yeni silahlarla savaşa devam edeceğim. Artık eski hata ve yanlışları Tamer Yiğit'te bulamayacaklar. Yeni hatalar da yapmayacağım. Hayatımın sonuna kadar yerli sinemada kalmaya kararlıyım. İzmir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'nden çıkınca, eğer artist olmasaydım beş yılda ticari sahada kendime büyük imkanlar hazırlayabilirdim. Madem ki, yerli sinemayı seçtim, öyleyse bundan sonra da verdiğim emeklerin karşılığını almak için, ama tam olarak almak için mücadele edeceğim...»



- «Ticari alanı bırakalım; yerli sinemada rastladığın kadınlardan şikayetin var mı?»

- «Olmaz olur mu? Ben en büyük fenalığı, kötülüğü kadınlardan gördüm. Göz önüne getirin o zamanki halimi: Liseden yeni çıkmış, Balıkesir'den, İzmir'e, oradan İstanbul'a gelmiş pırlanta gibi bir genç... Saf mı saf, hayalci mi hayalci... Hayatında romantik, platonik çocukluk aşklarından, daha doğrusu masalımsı sevgilerden başka şey tanımamış. Bu genç, Yeşilçam denilen o korkunç dünyaya ayak basıyor... 'Alis Harikalar Diyarında' gibi bir şey... Yeşilçam'ın kadınları, hatta, sinemada yaptığım şöhret dolayısıyla, Yeşilçam dışındaki kadınlar arasında Şarlo'nun 'Altına Hücum' filmi gibi, sarı saçlı delikanlıya, yani bana adeta hücum ettiler. Yavrusunu fazla sevdiği için ana kedi yavrusunu yermiş ya, bizi de 'hayranlarımız parçaladı. Daha doğrusu yerli sinemanın bazı vamplarından yakamı, paçamı zor kurtardım.»



- «Yani Sevda Ferdağ ve başkalarını mı kastediyorsun?»

- «Sevda'dan ve onun gibi kadınlardan kurtardığı için Allah'a şükrediyorum. Eyüp Sultan'da koç bile kurban ettim. Dagmara da memleketine gitti. Ben de yeni bir hayata başlamak üzere yeni bir ev tutuyorum. Şehir dışın da, bahçeler içinde, asude bir yuva... Huzuruma çok şükür kavuştum. Artık, her şeyden önce mesleğim olan sinema oyunculuğu var. 1968'de sinema seyircileri karşılarında yeni bir Tamer Yiğit bulacaklar. Sağlam bir sinema politikası olan, gittikçe tecrübesi, oyun gücü zenginleşen bir sinema oyuncusu... Bu ideal yanında kadınlar çok geri planda kalır.»

Setten çağırdılar. İzin isteyip «vazifesi» nin başına koştu. İşinin ehli bir insan, bir sanatçı gibi çalışmaya başlamıştı...

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1967 TARİHLİ 43. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir