Türkan Şoray’ı Astılar




Dünyanın birçok ülkesinde en azılı katillere bile müebbet hapis verilir ve idam cezaları kaldırılırken yerli filmcilikte yeni bir moda başladı: idam sahnelerini filmlerin içine koymak… Artık yılda 250’yi bulan yerli filmlerin çoğunda bir ölüm, öldürme veya idam muhakkak vardır. Senaristler, rejisörler sanki sadist birer hastaymışlar gibi gerekli, gereksiz ölümlü sahneyi, ne yapıp edip filmin münasebetti veya münasebetse bir yerine muhakkak yerleştiriyorlar.





Avrupa ve dünya sinemasında da 40 - 50 yıldan beri çevrilen filmlerin, hele tarihi bir olayı anlatmak isteyenlerinde, idam sahneleri gördük. Kimi elektrikli sandalye, kimi giyotin, kimi de yağlı ipe gidiyordu. Ama, hepsi gerçek bir olayı konu olarak alıyordu. Muhayyel bir hikayeyi ele alan filmlerde ise, mahkum sehpaya, kurşuna dizilmeye veya giyotine giderken film de biter. Bizde son yıllarda, sansürün de gevşemesiyle birlikte, ölüm sahnelerinin her çeşidi filmlerimizin vaz geçilmez unsuru oldu. İdam ile öldüremediğimiz kişileri tabanca, bıçak, balta, ok, çakı, demir, odun ile öldürtüyoruz. Bir rejisöre bir prodüktör geçenlerde şöyle diyordu:





- «Kadının göğsüne, katil, bıçağı batırsın. Fışkıran kanlar kameranın objektifine sıçrasın!»...

Bir başka film çalışmasında ise, sadist duygulan tahrik ve tatmin gayesiyle, yüzü maskeli adamlar ufak Hintli baltalarıyla medeni şehirdeki kurbanlarını koyun gibi kesiyorlardı...

Son haftalar içinde yerli sinemada üç ünlü oyuncu, prodüktörlerin ve rejisörlerin isteği üzerine idam edildi: Yılmaz Güney, Türkan Şoray ve Erol Taş... Bunların üçü de, üç uzun ağaçtan kurulan idam sehpasında can verdi. Türkan geçen sene de gene bir filmde idam edilerek öldürüldüğüne göre, kısa aralıklarla iki defa ipe sürüklenmiş oluyor...



Bu yıl, gene aynı firmanın (Kemal Film) bir filminde, «Kelepçeli Melek» te Türkan yine idam edildi. Böylece Türkan Şoray, iki defa idam edilmekle, kadın yıldızların hepsinden fazla idam edilmiş oluyor. Kemal Film'in Pera Palas arkasındaki platosuna gittiğimiz zaman stüdyonun dekoratörü Saim Nahit Bilge'yi, yardımcılarıyla birlikte bir «darağacı» hazırlarken gördük.

Biraz sonra, makyaj odasından Türkan çıkıp sete geldi. Elleri arkadan bağlıydı. Yanında bekçi, polis, savcı, imam vardı. Güya burası bir hapishane avlusuydu. Rejisör Mehmet Dinler idam entarisi giymiş Türkan'a:

- «Ayakların sallanırken de bir resim çekmek lazım... Ama onu buradaki bir set işçisine yaptırırım» dedi. Türkan:





- «İsterseniz ben de ellerimle boğazımdaki ipi tutup birkaç saniye asılı kalabilirim» dedi. Türkân'ın sehpanın altına gelişi, iskemleye çıkışı ve boynuna ip geçirildikten sonra iskemlenin devrilip boşlukta kalışı (son hareket hareket hariç) çekilip bitirildi. Set işçisine Türkan'ın giydiği idam gömleği giydirildi. Yakın planda ayakları çekilirken Türkan geldi ve seyircilerin «Türkan diye seyredeceği» figürana kameranın vizöründen baktı. Yani kendi idamını seyretti. Türkan Şoray'ın bu tehlikeli plan için ipte sallanmasına lüzum kalmadığına rejisör Mehmet Dinler karar verdi. Biz de seyredenlerin sinirlerini bozan bu acıklı sahneyi bırakıp kendimizi sokağa dar attık.



Yılmaz Güney ise «Kozanoğlu» filminde, tarihi gerçeklere uyması için idam edilmişti. Bu gerekli bir idam sahnesiydi. Rejisör Atıf Yılmaz ile Yılmaz Güney büyük bir iddia ile yaptıkları filmden yüzlerinin akıyla çıktılar. Rejisör, modern, konusu masa başında uydurulmuş bir film olmadığı için, «Kozanoğlu» filminde sadistçe duygular uyandırmamak için, idamın yalnız başlangıcına filmde yer vermişti.

Son idam Erol Taş'ın başından geçti. Yönetmen Yavuz Yalınkılıç, Büyükdere'de, Bahçeköy'de kurduğu derme çatma bir idam sehpasında «Katırcı Yani Efe» rolünü yapan Erol Taş'ı cellat Kara Ali'ye astırdı. Bu da tarihte geçmiş, gerçek bir olayın hikayesidir. Ama filmin gerçeklere ne derece uyduğu gösterildikten sonra anlaşılacaktır.

Seyirci çekmek için, filmlerinde insanları mezbahadaki koyunlar gibi boğazlatan rejisörler bari başka ölüm çeşitleri icat etseler de yerli film seyircisini bu soğuk, çirkin darağaçlarından kurtarsalar...

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1967 TARİHLİ 41. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir