3 Şöhretin Gözüyle Belgin Doruk



Ses mecmuasından telefon edip «Bir röportaj yapalım,» dedikleri zaman her defa yaptığımız cinsten bir şey olacak sandım. Nereden bilirdim başıma gelecekleri?... Kararlaştırdığımız saatte SES ekibi, Olcayto ile Erol Dernek, her zamanki acelecilikleriyle düştüler bizim haneye. Bir telaş bir telaş... Baktım bir şeyler aranıyorlar. «N'oo? » dedim. «Bakınıp duruyorsunuz? Merak etmeyin hatun filan saklamadım eve.»





Güldüler, «Yok canım,» dediler. «Bizim foto muhabiri gelecekti de.»

- «Hangisi?» diye sordum.

- «Ekrem canım,» dediler. Benim bildiğim Ses yazı ailesinde böyle «Ekrem» adlı bir fotoğrafçı vatandaş yoktu! Şaşkınlığımdan anlamış olacaklar ki, fotoğrafçının soyadını da verdiler: «Bora... Ekrem Bora canım... Fotoğrafları o çekecek.

- «Vah zavallı,» diye geçirdim içimden... «Bu Ses'çiler de ne hınzırdır.»





Hemen sezdiler birtakım hinlikler düşündüğümü. Sordular, söyledim ben de. Bastılar kahkahayı. Bu kahkahaların gürültüsünü altı kat aşağıdan duymuş «aktör Ekrem», halefi «fotoğrafçı Ekrem.» Araba ve ev pencerelerinden naralaştık. Biz böyleyizdir birbirimizi görünce. Gerçekten birbirini seven dostların sevinci, heyecanı sarar yüreklerimizi. Sîzler bakmayın yazılanlara, çizilenlere.

Laf aramızda, ne zor şeymiş röportaj yazmak. Bir yığın şey yazdım daha üçüncü şahsı yazıya sokamadım.





Uzatmayalım, arabadan bizim Süleyman da çıkmaz mı?... Sevincim katmerli oldu. Siz onun ara sıra kötü adam oynadığına bakmayın. Aslan gibi delikanlıdır. Efendi, çalışkan, kimsenin etlisinde - sütlüsünde olmayan.

SES'çiler, «Hah işte ressamımız da geldi,» demezler mi?... Gel de artmasın şaşkınlığın!... Döndüm baktım Olcayto ile Erol'a. Kim bilir nasıl bir endişe vardı ki yüzümde, «Hadi hadi,» diye telaşla aldılar beni...» Sen de al kalem kağıdını yürü. Belgin'lere gidiyoruz; yiyip içeceğiz. Belgin bizleri, sizleri ağırlayacak, Süleyman Turan çizecek, Ekrem resimlerinizi çekecek, sen de yazacaksın.»





İşte sevgili dostlar, ol macera böyle başladı. Hava nefis, düştük yollara, vardık eski sultan yapısı o alamet eve. Ne ev ne ev... Hem canım ev demek hiç olmaz, resmen köşk bu. Boğaz sırtlarında. Hani bir eski İstanbul türküsü vardır ya, «Köşküm var deryaya karşı,» diye, işte o cinsten. Tam kızardığı zaman koparılmış kavun gibi bir ay-mehtabı (!) olur vallahi burada! Kur bahçeye sofrayı, vur kendini rakıya. Gelsin suzi dilara faslı!





Her zamanki sevimlilik, sayan ve saydıran dostça davranış, hiç değişmemek... İşte Belgin Doruk. Hani bazı hatunlar çanak tutarlar kırıştırmaya, eh siz de böylesine bir açık karşısında saksı gibi duracak değilsiniz ya! Ondan sonra da, yazılır - çizilir; bir kıyamettir kopar. Ama ne var ki, Belgin için, onun kadınlığıyla, ilgili bu cinsten bir tek satır düşünemezsiniz. Hiç bir numarası olmayan, zımba gibi bir meslektaştır o. (Belgin bak, bu kadar yağ çektim, bir ziyafet isterim artık) Neyse... Girdik içeri. Belgin, o her zamanki becerikliliğiyle nefis bir masa düzenlemiş Millet saldırdı içkilere, ıvır-zıvıra. SES'in foto muhabiri Erol Dernek, göz altından Ekrem'i kolluyor.





Eh kolay mı meslektaş rekabeti!... Süleyman Turan içimizde her şeye karşı en isteksizi. Sorduk, bir esnedi, «Çocuk büyütüyoruz abicim,» dedi... Sonra Ekrem o yellim yellim (evaze) ceketi içinde, omuz çalımları yaparak makine çantasını açtı. Pür ciddiyet hem de. Gören de onu bir atom reaktörü profesörü sanır. Bir kapanıyormuş evdeki karanlık odasına, ne gece diyormuş, ne gündüz. Artık siz düşünün karısının halini. Yakında Topağacı'nda, bir apartmanın üst katından şangur şungur atılan makine parçaları görürseniz, ya da duyarsanız hiç şaşmayın. Derken... Evettt... Derken SES'çilere de minik bir hınzırlık benden. (Hadi bakalım SES'çi kardeşler, yılların arkadaşları, bir bayrak yarışı sayılır bu bizim yaptığımız. Madem bana başlattınız, siz tamamlayın).





ALDIK KALEMİ ELİMİZE

Evet «yılların arkadaşı» Fikret Hakan, getirdi ve araya «bir bayrak yarışı» benzetmesi sıkıştırıp kalemi ustaca elimize devretti. Madem Fikret'e göre bu iş bayrak yarışından farksız, biz de pistte yerimizi aldık, devrettiği daktilo makinesiyle koşmaya başlıyoruz...

Belgin Doruk'un Arnavutköy sırtlarındaki «saray yavrusu» nda saatlerce kaldık. Bir yerli filim için, tam kadro halindeki ekibimizle konuştuk, şaka yaptık, espri yaptık. Herhangi bir bölge işletmecisinin, çekinmeden istediğimiz kadar «avans» verebileceği Fikret'li, Belgin'li, Ekrem'li, Süleyman'lı «kadro» muzla saatlerin nasıl geçtiğini anlamadan, koca bir gün geçirdik. Laf lafı açtı, açılan her laf da sigara paketlerini... Bu arada açılan ve «saye-i şahanemizde» dibine darı ekilen viski şişesini de unutmamalı tabii...





Biz, Fikret ve Belgin rahat rahat otururken arkadaşları tarafından iltifata boğulan Süleyman Turan sık sık yerinden kalkıp Ekrem’in peşine takılıyordu. O anda bize en yakın gözükeni elindeki bloknota bir şeyler yazan Fikret Hakan'dı. Diğerlerine belli etmeden Fikret'e sokulup «N'oluyor Fikret, Süleyman'a bu iltifat neyin nesi oluyor?» diye sorduk. Gözlerini kıstı, sesini kıstı ve «Şişşşt» diye işaret etti, iki tarafına bakındı ve: «Kardeşim, ben yazar yedek parçasıyım. Kötü yazarsam tekzip edilirim nihayet. Ekrem, üstünüze afiyet, fotoğrafçılık illetine tutuldu. Nihayet var olanı çekecek. Süleyman öyle mi ya?... O resim yapacak, ister misin resim yerine karikatür çizsin? Ona iltifat etmeyelim, ona yağ çekmeyelim de sana mı çekelim yani?»





Şaka, espri derken bir ara Fikret yapmak istediği dokümanter filimden bahsedince işin rengi birden değişti. E, ne yaparsınız meslek aşkı; Belgin, Ekrem ve Süleyman «meslektaş» olarak, biz de «haber arayan gazeteci» kulağıyla Fikret'in etrafına çevrelendik. Fikret Hakan'ın bir senaryosu varmış. 10 dakika kadar sürecek bir konu... Şan sinemasındaki konserde başlıyor, Harbiye'deki Atatürk heykeli önünde bitiyor. Tabii bu arada «Flashback» Ier (geriye dönüş) var... Sonunda hemen oracakta «iş tezgahlandı.» Filmde Belgin Doruk, Ekrem Bora, Süleyman Turan ve SES Sinema Artisti Yarışması Birincisi Nil Kutval oynayacak. Kameramanlığını büyük bir ihtimalle Gani Turanlı yapacak. Rejisör de Fikret Hakan... Rejisör, filminin fen müziği için klasik müziğin ünlü «üç B» sinden «Bach» ı seçti.



Söz açıldıkça viski şişeleri de açıldı tabii... Boğaz'ın püfür püfür esen çam kokulu, deniz kokulu havasında, banyo yapar gibi keyiflendik. Sonunda Ekrem'le Fikret'in arabalarına taksim olduk. Ev sahibesi Belgin Doruk gerçek bir hanımefendi olarak bizi ağırlamıştı. Arkamızdan el sallarken bile zarif, anlayışlı, güzel ve kibardı...

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1968 TARİHLİ 22. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir