Toto Karaca ve Ailesi




Beyaz spor araba Bakırköy’e doğru yollanırken, pikapta, Cem Karaca’nın son günlerde çok sevilen bestesi «Emrah» çalıyordu. Şarkının kahramanı Cem Karaca ise, gözlerini yoldan ayırmadan hafif bir sesle, plaktaki kendi sesine eşlik ediyordu. Plağın arka yüzü olan «Karacaoğlan»ın ortalarında, Bakırköy’üne geldik. Arabayı ve Cem’i tanıyan mahallenin genç kızlarının, hayranlık ve sevgi gösterileri arasında yeşil parmaklıklı bir evin önünde durduk. Kapıyı bize, motor sesini duyan sahnelerimizin sempatik kaynanası Toto Karaca, yani Cem’in annesi açtı. Ailenin üçüncü ferdi.






Şehir Tiyatrolarının değerli aktörü Mehmet Karaca henüz öğle uykusundan kalkmadığı için, üçümüz, itinayla düzenlenmiş gül ağaçlarının çoğunluğu teşkil ettiği bahçede çaylarımızı yudumlamaya başladık. Az sonra Mehmet Karaca ile birlikte evden çıkan iri gri bir kedi, sohbetimize katıldı. Kediyi gören Toto, yerinden fırlayıp, sonradan her şeyden çök sevdiğini öğrendiğimiz sevgili «Piçon» unu kucağına aldı. Kedinin mırıltılarına, Toto Karaca’nın sevgi kelimeleri karışırken, Cem’in sesi yükseldi:






– «Anneciğim bıktım şu senin kedinden artık. Sabahtan akşama kadar, Piçon aşağı, Piçon yukarı,» sonra bize döndü: «Canımın sıkıldığı taraf, ara sıra aklına beni de sevmek geliyor ama, Cem derken, bir de bakıyorum yanılıp ‘Piçon’ demeye başlamış. Ama bir kere de kedinin adını unutsun da Cem desin… Nerede?…»



Bu sırada, baba Karaca içeriye gitmiş ve aldığı bahçe makasıyla, güllerini budamaya başlamıştı bile. Böylece, Mehmet Karaca’nın gülleri hakkındaki esprilerle sülediği konferansı arasında kedi münakaşası da sona ermişti. Piçon’u tanıyıp, nadide gül çeşitlerini öğrenmiştik, fakat Karaca ailesinin bize göstereceği şeyler bitmemişti. İlkin, kafeste duran ve ufak bir kargaya benzeyen kuşu tanıttılar. Kuşun adı «Arap bülbülü» imiş. Özelliği ise, her türlü yemeği yediği gibi, sigara ve rakı tiryakisi olması imiş. Sonra sıra kafesteki kekliklere geldi. Kafes kapağını açınca, kanatları kesildiği için uçmayı beceremiyen, fakat buna rağmen, hızlı koşma güçlerinden hiç bir şey kaybetmemiş iki keklik telaşlı çığlıklar arasında bahçeye yayıl iverdi. Uzun kovalamalar sonunda kuşların yeniden yakalanması onlara bir hayli tüy kaybına sebep oldu.






Bahçe faslından sonra eve girdik. Eski eserlerle dolu bir kütüphanenin ve antika yazıların sülediği oturma odasında bizi tekrar pikaptan yükselen Cem’in «Emrah» ı karşıladı. Plak bittikten sonra parçanın kahramanı:

– «Biliyor musunuz, bu parçanın sükse toplamasına en çok ne için seviniyorum? Nihayet babama, müzisyen olduğumu ispat edebildim… Liseden beri, devamlı müzikle ve tiyatroyla uğraşmama rağmen, annemin kıdem esasına göre iyi bir rol alamadığım halde müzikte bir şeyler yapabildiğime inanıyordum. Fakat babam, benim en müşkülpesent dinleyicimdi. Bir türlü ona, yaptıklarımı beğendirememiştim. Şimdi gene kendisi söylemiyor ama, duyduğuma göre başarımı takdir ediyormuş.






1930’da İrma Toto ile tanışan, 1939’da ise evlenen Mehmet Karaca, şimdi, sanat alanında yükselmenin eskisi kadar zor olmadığı kanısında,

– «Ah!… O eski günler. Tiyatroyu, halkın ayağına götürürken neler çektik. Tam tabiriyle demir asa, demir pabuç bütün Anadolu’yu karış karış dolaşır, tiyatro sevgisini halka aşılamak için adeta canımız çıkardı. Polisle, sansürle uğraşmalarımız ise bütün yorgunluğumuza tuz biber ekerdi.»



Karacalara veda ederken, oğullarının böyle uzun saçlı ve dört yüzükle dolaşmasını nasıl karşıladıklarım sorduk:

– Askerliğini bitirdi, koca adam oldu, kendine bir yol da seçti. Artık bize sormadan, her istediğini yapabilir».

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1967 TARİHLİ 28. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir