Catherine Deneuve Yine Terk Edildi



Pencerede tütün rengi ipek perdeler, kahverengi kadire kaplı rahat bir kanepe, duvarlarda kuş motifleri, yeşil bitkiler, pikapta durmadan dönen bir klasik plak. İşte Paris'in Vineuse Caddesinde oturan Catherine Deneuve'un dünyası budur. Ve o bu alemde bildiğinden şaşmadan, hareketsiz bir hayat yaşar. Amerikalılar tarafından, «Dünyanın en güzel kadını,» Han edilmiştir. Ama o bunu umursamaz, aksine, bunu ona hatırlattığınız zaman katıla katıla güldüğünü görürsünüz, «Aptal mı acaba bu Amerikalılar?» der. «Ben yolda o kadar güzel kadın görüyorum ki... Gitsinler sokakları dolaşsınlar. Bence Katherine Hepburn, Marilyn Monroe, Vivien Leigh, Kay Kendal gibi yıldızlardır güzel olan.»





On beş yıl önce Catherine de B.B. gibi bir genç kızdı. Bugün olduğu gibi, o çağda da ilk defa Amerikalılar, Catherine Deneuve'ü tanıtma gayretine girişmişlerdi. Şöhretli «Look» dergisi ona geniş bir renkli röportaj ayırmıştı. Sinemaya belki B.B. ile birlikte atıldılar. Fakat yolları tamamen ayrıydı. B.B. denince seyirci, okşamak, kollarının arasına almak isteği ile yanıp tutuştuğu şahane bir vücut hatırladı. Ama Catherine'den hafızasında kalan melek gibi bir yüzdü. Bazen rol icabı onun dayak yediği, hakaret görüp hırpalandığı, hatta iğfal edildiği görülür. Fakat bakışlarında onu adilik batağına düşmekten kurtaran o esrarlı asalet hiç bir zaman yok olmaz.





Ancak Amerikalıların güzellik konusundaki bu yeni tutumlarına hayret etmemek elde değil. Dün, onlar için güzel Marilyn'di. Sonra onun tahtına Ursula Andress'i oturttular. Derken aynı eller bu defa Ursula'nın sırtındaki pelerini, başındaki tacı çekip Raquel Welch'e giydirdiler. Catherine Deneuve ise o kategorinin kadım değildi. New York resim borsasmaa en az bir milyon edecek klasik bir tabloyu andırır. Satın alanı da keşfedeni de, zevkten deli edecek bir tabloyu...





Bir süreden beri, altı ayda bir adı en iddialı filmlerin afişinde görülmektedir. İşte Delluc armağanını alan «Şato Hayatı», işte Cannes Festivali'nde altın palmiyeyi kazanan «Cherbourg Şemsiyeleri» Venedik'te altın arslanı alan «Zamane Güzelleri» ve nihayet yine bir Deiluc kazanan «Benjamin». Birkaç yıl içinde dört armağan birden...

Bir yıl içinde Catherine'in yerli yabancı geri çevirdiği film tekliflerinin sayısı ise elliyi buluyor. Hele son zamanlarda bu tempo daha da hızlandı. Günde en az iki teklif ayağına geliyor. İki yıl içinde ücreti de film başına yarım milyon liradan, iki milyona yükseldi.





İlk büyük filmini 16 yaşında çevirdiğini unutmuyor. O zamanlar esmer soğuk bir genç kızdı. Nitekim itki mükafatı da Fransa'da her yıl en sevimsiz artiste verilen «Limon Armağanı» oldu! Çocuk denecek yaştaydı fakat, daima hür yaşamayı sevmişti. Nitekim Vadim'e aşık olunca, sevgilisi ile başbaşa yaşayabilmek uğruna baba ocağını terk etmekten çekinmedi. Haysiyetli bir aile için olmayacak bir şeydi bu. Fakat Catherine tereddütsüz maceraya atıldı. Hatta gayrı meşru Christian'ı doğurmaktan da çekinmedi. Uzun zaman çevresi, Vadim ile evlenecekler mi, evlenmeyecekler mi konusunu tartıştı durdu. Neticede Vadim, Jane Fonda'yı bulunca Catherine'e aradan çekilmek düştü. Hatta sırf şerefini kurtarmak için Vadim'in anlaşmalı evlenme teklifini de kabul etmedi. Bir hata etmişti, sonuna kadar kendi çekecekti.



On dokuz yaşında, artık bütün kararlarını tek başına vermeyi kafasına koyuyordu. Terk edilmek ve basın tarafından devamlı iki sabık ve bir de yeni eşi ile mukayese edilmek onu hayatından bıktırmıştı. Fakat yılmadı. Söylenenlere kulak tıkadı, gözlerini bağladı ve bugünkü baş döndürücü yükselişin ilk adımlarını azimle atmaya başladı. Tek arkadaşı ve sırdaşı kardeşi Françoise'ın ölümünden sonra hayatta oğlu ile yapayalnız kalınca düşündü ve büyük yıldızlar gibi kendine bir «çevre» kurmaya karar verdi.



Üç yıl önce Catherine ünlü İngiliz fotoğrafçısı David Bailey ile evlenmişti. Son derece orijinal bir çift teşkil ediyorlardı. İki aylık arkadaşlıktan sonra hayatlarını birleştirmeye karar vermişler ve nikaha Catherine siyah elbise, David de dik yakalı kazakla gitmişti. Fakat karı - kocanın birbirini görebilmesi için Paris ile Londra arasında devamlı mekik dokumaları gerekiyordu. İlk altı ayın sonunda ikisinde de mektupla evlenmişler gibi bir his uyanmıştı. David yine Catherine'in gözde fotoğrafçı siydi, fakat o kadar. Bir türlü kocası olamamıştı. O, Londra'da çalışmaya devam ediyor, Catherine ise onu mesleğinden ayıracak en küçük bir engel bile tanımıyordu. Hele kız kardeşinin ölümünden sonra forsa temposu ile çalışmaya başlamıştı.



Yıldızlık mertebesine yükselen bir artistle evlenmek, askerliğini yapmamış bir gençle hayatını birleştirmeye benzer. Ayrılık ergeç mukadderdir. Şimdi Catherine belki şöhret sahibi oldu, fakat karşılığında kocasını kaybetti. Tahammülü tükenen David de, kendine Penelope adında bir sevgili buldu ve ayrılmak üzere geçenlerde mahkemeye baş vurdu.



Catherine bir başarısızlık üzerine oturup göz yaşı dökecek kadın değildir. Nitekim Vadim'den sonra ikinci bir erkek tarafından da terk edilmek onu hayal kırıklığına uğratmadı. Aksine mücadele gücünü artırdı. Şimdi elde ettiklerinden azami derecede yararlanmaya bakıyor. Onu «dünyanın en güzel kadını» mı seçtiler? Sıfatının hakkını vermek için gayret gösteriyor. Bunun ilk örneği olarak da onu hareketten uzak tutan sakin evini terk ediyor ve Paris'in göbeğinde Versailles'da civcivli bir caddenin ortasında, geniş bahçeli, önünde parkı, yetişkin ağaçları ve çevresinde yükselen duvarları olan bir eve geçiyor...

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1968 TARİHLİ 23. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir