Dünya Sinema Tarihi



İLK KAMELYALI KADIN: Romancı Alexandre Dumas Fils'in adını hiç duymamış olanlar, bu ünlü yazarın yarattığı «Kamelyalı Kadın»ın acıklı macerasını bilirler... Asil delikanlı ile hafif meşrep Margaret Gautier'nin hazin aşk hikâyesi bütün dünya ülkelerinin filmcileri için her devirde ilgi çekici bir film konusu olmuştur. Her millet bu eserin hikayesini kendi adetlerine, anlayışlarına göre değiştirmiş, fakat hikayenin aslı yine Alexandre Dumas Fils'in yıllar önce yazdığı gibi kalmıştır... Bu eserin 1927'de ilk defa filme çekilişinde Kemalyalı Kadın rolü ünlü tiyatro oyuncusu Alla Nazimova'ya verilmişti.





BENZERLERİNDEN SAKININIZ: Sinemanın dev şöhretlerinin ölümünden sonra filmcilerin ilk işi bu ünlü isimlere benzeyen ve onların yerlerini doldurabilecek kabiliyetli gençler aramak olur. Bu yolla sineme dünyası bugüne kadar birçok şöhret kazanmıştır. Fakat sinemanın yakışıklı aktörü Rudolp Valentino'nun benzerleri, aktörün vakitsiz ölümünden çok önce ortaya çıkmışlar ve Valentino’nun şöhretini gölgelemeye çalışmışlardı. Bunlardan bir tanesi de Wallace Reid adında bir delikanlıydı.





VALENTİNO DOĞUYOR: Amerikan sineması, yıllardan beri Avrupa'dan, özellikle İtalya'dan ithal ettiği artistlerle kadrosunu genişletmektedir. Bugüne kadar Hollywood'a dışardan ithal edilen artistlerin en kıymetlisinin Rudolph Valentino olduğunu rahatça iddia edebiliriz. Rudolph Valentino, 1913 yılında İtalya'dan Amerika'ya gelmişti. Çeşitli işlerde çalışmış, kabarelerde şarkı söyleyip dans etmişti. Rudolph Valentino'nun şansı 1918'de Hollywood'a geçtikten sonra açıldı. «Mahşerin Dört Atlısı» onun başrol oynadığı ilk filmdir. Valentino, bu filmde eski günlerin verdiği alışkanlıkla güzel bir tango yapınca bir anda zamanının en şöhretli aktörü oluverdi. Filmciler Rudolph Valentino'nun kadınları bir bakışta kendine bağlayan sihirli bir güzelliğe sahip olduğunu anlamışlardı. Nitekim daha sonra çevirdiği «Şeyh Ahmet» filmiyle şöhreti bütün dünyaya yayıldı.





KIYAFET GÖSTERİSİ: Gloria Swanson, şık kıyafetlere ve lüks hayata pek düşkündü. Gerçi çevirdiği filmlerden kazandığı parayla hayallerinin bir kısmını gerçekleştirebiliyordu ama yine de ünlü artist arzuladığı hayata filmlerinde kavuşabiliyordu. Egzotik kıyafetlerle dükler, milyonerler arasında öğlenceli bir hayat sürmek Gloria Swanson'a zevk veriyordu. Sanatçı, Mack Sennett'in filmlerinde oynamaktan vaz geçtikten sonra bu isteğini daha rahat gerçekleştirdi. Artık çevirdiği filmler bir çeşit kıyafet gösterisi oluyordu.





ESKİ FİGÜRAN: 1919 yılında çevrilen «Keçi» isimli filmde yakışıklı bir figüran ilk bakışta sinemaseverlerin dikkatini çekmişti. Ramon Samaniegos isimli bu delikanlı, bu filmi çevirdiği günlerde belki de sinemada kendine bir istikbal görmüyordu, ama üç yıl sonra bu figüranın adı, işi, kazancı, evi, kıyafeti kısacası her şeyi sanki sihirli bir değnek değmişçesine değişiverdi. Sinemaseverlerin Ramon Novarro adıyla tanıdıkları eski figüran, artık Amerikan sinemasının yakışıklı erkekleri arasında yer almıştı. «Mahşerin Dört Atlısı» isimli filmi çeviren rejisör Rex Ingram, Ramon Novarro'yu «Zenda Mahkumu» isimli filmde oynattı. Rex Ingram, Valentino gibi Ramon Novarro'nun da şöhrete ulaşmasında rol oynamıştı. Fotoğrafta figüranlıkla işe başlayıp şöhretin zirvesine çıkan Ramon Novarro, «Zenda Mahkûmu» filminde.





FAZLASI CAN SIKIYOR: 1922 yılı, David W. Griffith için hiç de kazançlı olmadı. Seyirciler, onun masum tavırlı bir genç kızın, çevresindeki erkeklerde kötü duygular uyandırmasından ve hikayenin daima bu tema üzerinde kurulmasından bıkmaya başlamışlardı. Griffith'in filmlerinde oynattığı kadın artistler değişik bile olsa, her filmde aynı hikayenin tekrarlanması seyirciyi artık sıkmaya başlamıştı. Bu durumda Griffith'in yapacağı bir tek şey kalıyordu: Daha değişik konulara el atmak... Bir ara polisiye stilinde melodram çevirmeyi de denedi ve gariptir bu türdeki filmlerinde diğerlerinden daha başarılı oldu. Carol Dempster'in başrolünü oynadığı «One Exciting Night» (Bir Heyecanlı Gece) Griffth'in bu türde yaptığı filmlerin en önemlisidir.





İKİ KARDEŞİN BAŞARISI: Sinemanın kuruluşundan bugüne kadar kamera karşısında şöhrete ulaşmış pek çok kız kardeşin adını sayabiliriz. Fakat nedense kız kardeşler umumiyetle birbirlerini kıskanırlar ve beraber film çevirmek şöyle dursun, aynı stüdyoda çalışmak bile istemezler. Fakat 1920 yıllarında şöhretin zirvesine ulaşan Gish kardeşler, sinemanın bu kuralının dışında kalmışlardı. Dorothy ve Lilian Gish kardeşler, beraber film çevirmekten kaçınmak şöyle dursun, asla ayrı film çevirmek istemediklerini her fırsatta tekrarlamaktaydılar. Filmciler de Gish kardeşleri daima beraber oynatmayı prensip edinmişlerdi. Fotoğrafta Gish kardeşler, «Orphans of the Storm» (Fırtınanın Yetimleri) isimli filmde. 





İLK İDAM SAHNESİ: Filmciler, seyircilerin perdede dehşet verici sahneleri seyretmekten hoşlanmayacaklarını düşündükleri için, ölüm sahnelerine pek yer vermiyorlardı. Fakat yıllar geçtikçe, «Belki seyircinin de zihniyeti değişir» düşüncesiyle bir idam sahnesi çevirip seyircinin nabzını yoklamak istediler. Bu fikrin öncüsü Griffith'ti. Kalabalık bir figüran kadrosunun da hazır bulunduğu giyotinli idam sahnesinde sözüm ona bir eksik yoktu, ama seyirci «Orphans of the Storm» filmini pek tutmadı. Özellikle idam sahnesi hiç hoş karşılanmamıştı. Bu da sinema seyircisinin henüz idam sahnelerini rahat koltuklarda seyretmeyi hazmedemeyeceğine işaretti. Filmciler bir süre bu tip film çevirmediler.

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1968 TARİHLİ 16. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir