Nuri Sesigüzel Yeşilçam’ı Sevememiş



«Ben Nuri Sesigüzel, 1937 yılının temmuz ayında bir gün (Bizim oralarda insanların doğduğu veya öldüğü günlere önem vermezler) Urfa'nın Birecik kasabasında doğdum. Çocukluğum, fıstık ağaçlarının, (Antep fıstığı esas bizim orada yetişir) üzüm bağlarının arasında geçti. İlk müzik sesini babam Memo'nun (Mehmet Kaçtaş) gramofonundan duydum. O günlerde babam, Münir Nurettin Selçuk'un, Hamiyet Yüceses'in, Müzeyyen Senar'ın, Safiye Ayla'nın plaklarını bütün Birecik'lilere dinletirdi.



«Yedi yaşıma geldiğim zaman tahtanın üzerine tel çekip ilk bağlamamı yaptım. Dokuz yaşımda düzdüğüm türküler bütün Birecik ve civarında söyleniyor, dilden dile dolaşıyordu. Halk, bana «Aşık Nuro» diyordu artık... On dört yaşımda gerçekten aşık oldum. Ümitsiz bir aşktı bu. Sevdiğim kızı analığı, kardeşinin oğluna nişanlamıştı. Hırsımdan İstanbul'a kaçtım. Yapayalnız ve parasızdım. Sırtımda yamalı bir elbise, ayaklarımda yırtık ayakkabılar vardı. Ama içimdeki aşk ateşi, nedense sönmek bilmiyor, alevlendikçe alevleniyordu. Sonradan «Altın Plak» kazandığım türküyü de işte bu aşkın ilhamıyle yazdım:





«Sarı sabahlık yakışmaz mı güzele Güz gelince bağlar döner gazele Ben ölürsem sen yarini tazele İki kollarımdan tut salla beni mezara.»

«Bütün ümitlerimi tükettiğim bir sırada, İstanbul radyosuna stajyer olarak kabul edildim. O gün neler hissettiğimi imkanı yok anlatamam... Sanki dünyalar benim olmuştu... Yürüyüşüm etrafa bakışlarım değişmişti.

Fakat bir müddet sonra parasızlığın insanı iki büklüm eden ağırlığını tekrar üzerimde hissedince, tekrar kendimi, o kapkaranlık ümitsizlik kuyusunda buldum. İstanbul bana göre değildi.



«1962 yılında Ankara radyosuna müracaat ettim. Rahmetli hocam Muzaffer Sarısözen'iin imtihanından geçip kadroya girdim. Artık önümde yeni bir yolun, şöhret yolunun kapıları açılmıştı. Bazılarının beğenmediği, alay ettiği sesim halk tarafından çok tutulmuştu. Her gün radyoevine lerce mektup geliyordu.

«Plaklarım da peşpeşe satış rekorları kırınca Nuri Sesigüzel oldum çıktım. Artık benden kaçanlar, beni hor görenler bana saygı duyuyorlardı. Etrafımda pervane olmuşlar, fır fır dönüyorlardı.

«Derken bir gün kendimi Yeşilçam'ın taa göbeğinde buldum. Prodüktör Ümit Utku, ne yaptı, ne etti ben kandırdı, «Fabrikanın Gülü» filminde oynattı. Giriş, o giriş...





«Bugüne kadar «Hamido», «Burçak Tarlası», «Fabrikanın Şoförü», «Kara Yılan», «Kara Tren», «Acı Türkü», «Garipler Sokağı», «Ağlayan Gözlerim», «Geceler Yarim Oldu», «Aşkınla Divaneyim» filmlerinde oynadım. Bugünlerde de Hülya Koçyiğit'le birlikte «Kara Sevda» yı çeviriyorum. Oynadığım rolü pek sevdim. Zira, filmdeki rolüm; kendi hayatımın, bugün bile gözyaşlarıyla hatırladığım bir bölümü.

«Biraz da Yeşilçam'dan söz edeyim isterseniz... Bu çevreyi hiç sevemedim nedense. Kötü insanı fazla. Kıskançlık ve egoizm hakim. Ama bütün bunlardan bana ne?...



«Sinema benim için hoş bir meşgale, bir eğlence. Sözlerimi şu cümleyle bitireyim, benim gerçek dostum, değişmez dostum mikrofondur. Mikrofondan beni ancak ölüm ayırır... Küçükken hep hayal kurardım... Herkes sesimi dinlesin de hayran olsun derdim... İdealime kavuşmuşken, ondan nasıl vazgeçerim...»

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1968 TARİHLİ 16. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir