Sezer Sezin’in Başlıca Meşgalesi




«Baktılar, bakıştılar. Sevdiler, seviştiler.» derken evleniverdiler. Bir de ‘taş bebek’ gibi Ayşegül ismini verdikleri kızları oldu. Şimdi sekiz aylık sevimli yavru. Tonton mu, tonton.

Sinemada yirmi yıldan fazla bir geçmişe sahip, fakat hala güzelliğinden bir şey kaybetmemiş olan Sezer Sezin’in Cihangir’deki evindeyiz. Bu defa Sezer yalnız değil. Bu defa Sezer daha mutlu. Çünkü, yanında askerliğini artık bitirmiş olan genç eşi tiyatro sanatçısı Üner kızları oldu. Şimdi sekiz aylık sevimli yavru. Tonton mu, tonton.



İki yıl kadar önce, on bir yıllık eşi Kenar Artun'dan ayrıldığı sıralarda, yine bu evde Sezer Sezin'in röportajını yapmış, ona sinema, tiyatro ve Artun'dan ayrılış sebeplerini ve gelecekle ilgili tasavvurlarını sormuştuk. O zaman Sezer, kırılmış, bezgin ve yalnız bir insan gibi görünmüştü bize. Şimdi öyle mi ya? Gülmesi ve konuşması bile değişmiş. Her hareketinden mutlu olduğu nasıl da belli.

Oturduğumuz salonun önündeki, balkona açılan büyük camlı kapıdan Boğaz bütün güzelliği ile görünüyor... Konuşmamızın daha ilk cümlesinde konumuzun ağırlık merkezini Ayşegül teşkil ediyor. Sezer Sezin - Üner İlsever çifti yeni yeni ayakta durabilen kızlarının yaptığı oyunlardan bahsettiler. Kendilerini nasıl meşgul ettiğini, nasıl oyaladığını, kızları olduktan sonra adeta başka bir dünyaya girdiklerini anlata anlata bitiremediler. Hiç bir yere çıkmadıklarını, Ayşegül'ün uyuması, kalkması, maması derken vaktin nasıl geçtiğini arılamadıklarını söylemeyi de ihmal etmediler. Sezer Sezin:





- «Biliyor musunuz? Biz ilk defa böyle maaile objektifin karşısına çıkıyoruz. Şimdiye kadar röportaj bir kenara, birlikte resim çektirmiş bile değiliz» dedi.

İster istemez, yıllar öncesine aklımız gitti. Sezer Sezin'in, eski eşi Kenan Artun ve şimdi on dört yaşında olan kızları Sevgi ile beraber çekilen resimler geldi hatırımıza. Dünya ne tuhaftı. Şimdi olduğu gibi o üç insan, gülerek resimler çektirmişlerdi. Şimdi şu resimlerde olmayan iki şahsın yerini, başka iki insan almış, yepyeni bir aile tablosu meydana gelmişti.



Açık pencereden içeriye Boğaz'dan gelen esintiler doluyordu... Rüzgar eskiye ait düşüncelerimizi de birlikte götürdü. Yine biz içinde bulunduğumuz zamana dönüvermiştik. Sezer küçük kızına mamasını yedirmeye çalışıyordu. Üner, kızının mama yiyişini hayranlıkla seyrediyor ve kızının büyüyünce annesi ve babası gibi, tiyatro, sinema ile uğraşmasına taraftar olmadığını daha şimdiden açıklıyordu.

Bu arada Sezer Sezin'e sorduğumuz: «Tiyatroya veya sinemaya dönüş ne zaman?» sorusunu Üner ile Sezer göz göze geldikten sonra cevaplandırdılar. Cevabı veren Sezer değil, eşi Üner oldu:





- «Ben eşimin bundan böyle, ne tiyatroda, ne de sinemada oynamasına razıyım. Onun artık her şeyi Ayşegül'dür,» derken Sezer Sezin eşinin söylediklerini pek tasvip eder görünmüyordu. Nitekim «Bakın bir şartla» diyerek hemen atıldı:

- «Sanatımı pek çok sevdiğimi daha önceki konuşmalarımızda size anlatmıştım. Ama ben bugün bile sinemada mevcut düzeni hiç beğenmiyorum. Tamamıyla bir başıbozukluk hakim sinemaya. Eskiden böyle değildi. Şimdi birtakım zıpçıktılar, iki film yapınca kendilerini bir şey sanıyorlar. Büyük adam pozlarında insanın karşısına çıkıyorlar. Sinemanın mali tarafı da ayrı bir dert. Tefecilerin elinden çekmediği yok şu sinema insanlarının. Durum düzelir, istediğim gibi bir rol bulursam, öne süreceğim şartlar da kabul edilirse, o rolü kabul ederim.»



Tekrar Üner'le Sezer göz göze geldi. İkisinin de aynı anda dudaklarının kenarlarında tebessümler kıvrıldı. Üner İlsever de:

- «Tabii bu, Sezer'in kızımızın daha büyüdüğü zamana ait düşünceleri. Ancak o zaman isterse film yapabileceğini tahmin ediyorum. Vakit, henüz çok erken. Şimdiden kesin bir karara varmak imkansız» dedi.

Onların ara sıra da olsa fikir ayrılıklarına düştüğü meydandaydı ama, yine de saadetlerine diyecek yoktu.

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1967 TARİHLİ 40. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir