Tuncel Kurtiz Yuvaya Döndü
Bundan üç yıl önceydi. Yılların tiyatro oyuncusu Tuncel Kurtiz’le, yerli sinemacılardan teklif aldığı gün dertleşmiştik. Bize ilk sözleri şunlar olmuştu: «Sinema büyük halk topluluklarına hitap eden bir sanat kolu. Film çevireceğim için memnunum. İç yüzünü fazla bilmiyorum ama, Türk sinemasının iyiye, güzele doğru bir yönelişin içinde olduğunu zannediyorum. Ben de daima iyinin ve güzelin peşinden koşan bir insanım. Elimden geldiği kadar faydalı olmaya çalışacağım sinemamıza…»
Yaz başında yine karşı karşıya gelmiştik: «Kararlıyım,» diyordu. «Bundan sonra kışın tiyatroda oynayacağım, yazın da sinemada…»
Geçen hafta konuştuğumuz Tuncel Kurtiz ise, ne üç yıl önceki, ne de yaz başındaki Tuncel Kurtiz'di. Karamsardı. Sinemaya dargındı, kırgındı.
Sigarasından üst üste derin nefesler çekti. Sonra acı bir gülümsemeyle, «Sinemayı bıraktım!» diye söze başlayıp anlatmaya başladı: «Bu düzen değişmedikçe, sinema, üç kağıtçı, yetersiz insanların elinden kurtulmadıkça da dönmeyeceğim. Yeşilçam onların olsun.»
Fatih'teki Gülriz Sururi - Engin Cezzar topluluğuna ait tiyatroda konuşuyorduk.
- «Yerli sinemanın mali yönünden fazla söz etmek istemiyorum. O tarafı, başlı başına bir alem. Ödenmeyen yığın yığın bonolar... Gururla dolaşan cepleri şişkin tefeciler... Dost gibi görünen, para hırsı yüzünden durmadan birbirini çekiştiren, hatta birbirlerine küfür eden insanlar.. Daha bunlara benzer neler neler...» Bir an durdu, sonra devam etti: «Türk sinemasında getirdiler bir yere koydular beni, «Burada yumruk ye! Burada yüzünü ekşit!» dediler. Zaten film setlerinde '9 numaralı bakışınla bak 17 numaralı gülüşünle gül!' gibi gülünç laflar edilip, durulur. Bunlar espri gibi kullanılır ama, aslında gerçektir. 'Bu iş böyle giderse batar' diyenler, demir ökçelerle ezilmeye mahkumdur. Fakat, ben ezilenlerden değilim !»
«Ben, kafasına kasket geçirip, Rock Hudson gibi oynatılan, halkı yabancılaştıran insanların arasında, halka afyon yutturmaya çalışan insanların arasında olmayacağım. Çalma hikayeleri oynamak için kameranın karşısına çıkmayacağım. Ben, Türkiye'min meselelerini anlatan yansıtan sinemadan yanayım. O günler gelirse, tekrar sinemanın içinde varım.»
Tuncel Kurtiz'in yüzü kireç gibi bembeyaz olmuştu. Sanki 3 yıllık sinema hayatı, çevirdiği kırka yakın film, gözünün önünden geçiyor gibiydi. Titreyen parmakları arasında sönmüş sigarasını yakıp, sakinleşmeye çalışarak konuşmasına devam etti:
- «Tiyatroda bu işi bilen, hiç olmazsa araştıran, okuyan, çalışan arkadaşlarımın arasındayım. Sahnede canlandıracağımız bir insana, iyi bir yönetmenin yardımıyla en az 100 saatte yaklaşabiliyoruz. Üstelik, 'Keşke daha çok vak timiz olsa,' diyoruz. Sinema öyle mi ya gel kameranın karşısına biraz gül, biraz kaş çat, iki yumruk salla, yahut ye tamam her şey oldu bitti. Gülerim ben böyle sinemaya... Gün geçer tiyatro da aynı duruma düşerse, Tuncel Kurtiz gene şapkasını alır çıkar. Ve hiç çekinmeden bir boyacı sandığının başına oturur, boyacılık yapar...»
İşte bugün Tuncel Kurtiz böyle düşünüyor... Üç yıl önceki Tuncel'in fikirlerinin yerinde yeller esiyor. Bakalım ayine-i devran ne gösterecek.
ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1967 TARİHLİ 50. SAYISI