Yıldız Anneler

«Hayat Ansiklopedisi» yeni çıkmaya başlamaştı. O ağlatan şiiri ilk defa orada okudum.

Mehmet Emin Yurdakul’un «Kesildi mi Ellerin?» adlı ünlü şiirinden bahsediyorum. Şiirin konusunu şüphesiz çoğunuz bilirsiniz. Bir «hayırsız evlât» gelip annesinden para ister. Kadın fakirdir, zor geçinmektedir. Parası yoktur, olsa esirger mi oğlundan? Yemin eder, yalvarır, «İstersen ara» der ama nafile… Sonunda annesinden para almayan genç, bıçağı çektiği gibi annesinin üzerine yürür ve onu bıçaklar. Kanlar içinde yere yuvarlanan kadın, bir de bakar ki oğlu, kendine sapladığı bıçağı çekerken elini hafifçe kanatmıştır. Belki de hayatla ölümü ayıran çizginin en inceldiği yerde olan kadın, birden kendini unutur ve bütün şefkatini sesinde toplayarak, merakla sorar: «Yavrum… Kesildi mi ellerin?»



RHEA: TANRILARIN ULU ANASI

Eski Yunanistan'da her yıl mart ayının on beşinde «Tanrıların ulu anası» Rhea için tören ve şenlikler yapılır, o gün «ANNELER GÜNÜ» sayılırdı. Bilhassa Önasya'da (Anadolu) yaygın olan bu adet, Hıristiyanlıkla birlikte Avrupa'ya da atlamış ve kilise törenleri arasına girmişti. Gregorien takviminin kabulüyle, her yıl mayıs ayının ikinci pazarı «anneler günü» olarak kutlanmaya başlandı. Mitoloji kitapları, istedikleri kadar sevginin «aşk»la başladığını yazsınlar. Anne sevgisi de, aşk kadar eski, aşk kadar kutsaldır. Peki ya annenin sevgisi, diyeceksiniz. Bir annenin çocuğuna duyduğu sevginin yanında, Mecnun'un Leyla'ya, Romeo'nun Jülyet'e duyduğu aşk okyanusa düşen damlacıklar kadar küçük, gökkuşağının yanında yıldızsız geceler kadar renksiz kalır!





ALIŞIKLARDAN SAY'A KADAR

Havada tarif edilmez bir heyecan, kaleme gelmez bir gariplik var. Filmlerinde yüzbinleri güldüren Sadri Alışık, pencereden sokağı seyrediyor. Çolpan İlhan o iri gözlerini yere dikmiş... Kısa, kesik cümlelerle konuşuyoruz. Daha doğrusu o havayı, o sessizliği dağıtmak için konuşmaya çalışıyoruz. Kimse söylemiyor, ama herkes aynı şeyi bekliyor. İçimden, «Ah, gelse» diyorum. Birden kapı açılıyor. Kerem içeriye giriyor, küçük adımlarla annesinin yanına yaklaşıyor, elini öpüyor:



— «Anneciğim, beni bu yaşa getirdiniz. Bugün 'Anneler Günü' size layık değil, ama param ancak buna yetti. Bugün alacağım hediye için babamdan para almak istemedim...» diyor. Çolpan Kerem'ine sarılırken, Sadri'ye bakıyorum. Göz yaşları, gözlük camının altından kayıp gidiyor. Kerem gidip babasının da elini öpüyor. Bize 'hoş geldiniz' diyor ve kapıya doğru yürüyor. Çıkıp gidecek zannediyoruz. Gitmiyor, tam kapının önünde durup, çok bilinen bir şiiri, biraz değişik mısralarla mırıldanıyor:



«Doğuranım, dayanağım, doyuranımsın. Daha nem olacaktın bir tanem Anamsın...»

Kerem odadan çıkar çıkmaz Sadri gelip karısının önünde duruyor, «Ne diyeyim Çolpan... Bütün hayatım boyunca uğraşsam yaptıklarını ödeyemem. Bana sevgi verdin, bana bir erkek evlat verdin, bana ev verdin. Ne diyeyim Kerem'le Sadri'nin müşfik anası, ne diyeyim?» Sadri ağlıyor, Çolpan ağlıyor... Kelimelerin ifadesiz kaldığı yerdeyiz. Karı-koca birbirlerine sarılmış, müşterek hayatlarını düşünüyorlar. Tanışma, sevişme, nişan, nikâh, Kerem ve yıllar boyu süren bir saadetin acı, tatlı bir sürü anısı... Ve rengarenk bir plaj havlusu... Onları dalıp gittikleri düşünceden ayırmamak için müsaade bile istemeden ayrılıyoruz.





İLKER'DEN, FİLİZ AKIN'A

Yolda Filiz Akın'la karşılaşıyoruz. Annesine gitmiş, elini öpmüş, hediyesini vermiş, eve dönüyormuş. Bize, «Siz nereye?» diye soruyor. «Size» diyoruz. Hep birlikte konuşa konuşa Filiz'in evine gidiyoruz. İlker yeni kalkmış, giyinmiş, annesini bekliyor. Bizi görünce bir ara bozulur gibi oluyor, ama anne ve babasıyla güle oynaya konuştuğumuzu görünce asılan yüzü, gülmeye başlıyor. Bize oyuncaklarını gösteriyor. Bir ara Türkler İnanoğlu, oğlunun yanına gidiyor. Baba-oğul kaçamak nazarlarla Filiz'e baka baka konuşuyorlar. Arada bir, «Şimdi, yok, biraz sonra» diye sesler duyuyoruz. Sonunda 'ikili müzakere' neticeleniyor ve İlker oyuncakların arasına saklanmış küçük bir paketi alarak, annesinin yanına geliyor. Kulağına eğilip bir şeyler söylüyor ve paketi Filiz'e veriyor. Her zaman güldüğünü gördüğümüz Filiz, ağlayarak oğlunun boynuna sarılıyor ve teşekkür ediyor. Açılan pakette bir çift pırlanta küpe vardır. Filiz, Türker'e de teşekkür ediyor. Daha Türker'in bir şey söylemesine fırsat kalmadan, küçük İlker bilmiş bir edayla, «Anne, babam dedi ki... Onun hayatında gördüğü en büyük pırlanta senmişsin! Onun için pırlanta küpe aldık sana» diyor.



Biraz sonra mutfağa giden İlker'in annesini çağıran sesini duyuyoruz. Filiz hemen ayağa kalkıp bizden müsaade isteyerek gidiyor. Bir süre sonra biz de veda ediyoruz. Bizi uğurlamak görevi de Filiz Akın'ın eşi Türker İnanoğlu'na düşüyor. Kapıda, «Yahu, her işte 'tatil' vardır. Galiba sadece annelerin tatili yok. Baksanıza (Anneler Günü)nde bile çocuklarıyla meşgul oluyorlar» diyor.





BELGİN DORUK'UN HEDİYESİ: GÜMÜŞ ÇERÇEVE

Sokağa çıktığımız zaman foto muhabiri arkadaş hemen önümüzde yürüyen genç kızı gösteriyor. Belgin Doruk'un ilk eşi Faruk Kenç'ten doğan kızı kocaman olmuş. «Gül» diye sesleniyoruz. Duraklıyor ve dönüp bakıyor, «Merhaba, annene mi gidiyorsun?» diyoruz.



Bugün, bizim için şanslı bir gün... Aradıklarımızla hep sokakta karşılaşıyor, eve birlikte giriyoruz. Babası Faruk Kenç'le birlikte oturan ve sık sık annesinin evine gelen Gül, koltuğunun altına irice bir paket sıkıştırmış. «Ne aldın?» diye soruyoruz, ama söylemiyor. «Esrar» on dakika sonra çözülüyor. Neredeyse boyuna yaklaşan kızına sarılan Belgin, sorumuzu cevaplandırmak istiyor, ama boğazında düğümlenen hıçkırıklar konuşmasına engel olduğu için paketi bize veriyor. Açıp bakıyoruz: Gümüş bir çerçeve...





SUZAN AVCI, METE'YE ÇOK KIZDI...

Valikonağı'ndan bindiğimiz taksi Şişli'de caminin önünde duruyor. Foto muhabiri Erol Dernek'le arabadan inip birkaç dakika bekliyoruz. Nihayet önce foto muhabirimiz İhsan Durmaz, sonra da Kutlu Ertuna gelip arabaya biniyorlar. Biri, sabahleyin Suzan Avcı'nın evine gitmiş. Biz sormadan anlatmaya başlıyor: «Suzan Avcı'nın evine gittim. Mete, annesine elbiselik kumaş almış. Ama Suzi çok kızdı.»



Mete, Suzan Avcı'nın 14 yaşındaki tek çocuğu. Tam 12 yıldan beri oğluna hem analık, hem babalık yapan Suzan'ı yıllardan beri tanırız. «Yedi düvelle barışık» olan Suzi, pek öyle kolay kolay kızmaz. Hele biricik oğluna hiç kızmaz. Hele, hele böyle bir günde hiç kızmaz. Onun için merakla, «Neden kızdı acaba?» diye soruyoruz.



«Ben de merak edip sordum» diyor arkadaşımız. «Bana hep böyle yapıyor. Bu yakınlarda benden harçlığının dışında para istemedi. Yavrucak bunu alabilmek için para biriktirirken kim bilir neler çekmiştir? Benim ondan başka kimim var? Kim için çalışıyorum, kim için didiniyorum, kimin için kazanıyorum? Erkeksiz evimin erkeği o... Elimi öpsün, bir çift tatlı laf etsin yeter.»





YİNE KUMAŞ

Şişli'den Taksim istikametine hareket ediyoruz... Her zaman kalabalık olan caddede Turhan Duru'yu görüyoruz... Turhan, Nilüfer Aydan'la Yılmaz Duru'nun oğulları... İçimizden biri ayrılıp onu takibe başlıyor... Bir süre sonra koşarak yanımıza geliyor ve takibin neticesini açıklıyor, Turhan da annesine «Anneler Günü» hediyesi için çok güzel, orijinal kumaş almış...





SON DURAK: FİGEN SAY

Son durağımız Taksim. Kazancı yokuşundan inip Köşe Palas apartmanının merdivenlerini tırmanıyoruz. Kapıyı yaşlı bir kadın açıyor ve biz daha bir şey söylemeden, «Figen Hanım evde yok. Çalışıyor» diyor. İnanmıyoruz. Kızına yeni kavuşan Figen için bugünün manası diğerlerinden çok daha farklı. Onun için, bugün muhakkak evde kızıyla beraberdir. Israr ediyoruz, ama kadının cevabı değişmiyor. Bu sırada sesimizi duyan Figen kapıyı açıp yanımıza geliyor ve «Hoş geldiniz, buyurun» diyor. İhtiyar kadın bir tuhaf oluyor. «Makinelerini gördüm de» diyor, «Bunlar gazeteci. Böyle resim çektirmek istemezsiniz diye düşündüm.» O zaman Figen'e dikkat ediyoruz. Gözleri ağlamaktan kan çanağına dönmüş. Biraz sonra karşılıklı otururken ağlayışının sebebini açıklıyor.





— «Biliyorsunuz, kızıma yeni kavuştum. Her yıl 'Anneler Günü' oldu mu sabahtan akşama kadar ayrı olduğum kızımı düşünür, ağlardım. Büyük Allah'ım bana bugünleri de gösterdi. Artık Meralimle beraberiz»

Hediyeleri not ettiğimiz kağıdı son defa cebimizden çıkarıp son notu da düşüyoruz: «Meral, Figen Say'a bluz aldı...»

Kapı önünde her birimiz bir tarafa dağılıyoruz. Görevimiz bitmiştir artık. Hepimiz evine gidecek ve her yıl olduğu gibi pencereden yolumuzu gözleyen annelerimizin ellerine sarılacağız.

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1968 TARİHLİ 21. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir