Dünya Sinema Tarihi



«YUMURCAK» IN ARDINDAN: Charlie Chaplin'in «The Kid» (Yumurcak) isimli filminin çok beğenilmesi, filmin küçük yıldızı Jackie Coogan'ın çok işine yaramıştı. Seyirciler, filmlerdeki çocukları hep Jackie Coogan'ın canlandırmasını istiyorlardı. Beri tarafta filmciler de Jackie Coogan'ın hep «Yumurcak» filmindeki oyununu tekrarlamasını arzuluyorlardı. Böylece Jackie Coogan, bir filmle Amerikan sinemasının «altın çocuğu» olup çıkmıştı. Herkes onun peşinde koşuyor, bu altın getiren çocuk büyüyecek de değerini kaybedecek diye herkesin ödü kopuyordu. Küçük artist ise çevresinde kopan fırtınalardan habersiz, durmadan film çeviriyordu. Jackie Coogan'ın çevirdiği filmlerin hemen hepsi, hasılat rekorları kırdı. Minik aktörün 1923 yılında çevirdiği «Baba» isimli film de «Yumurcak»ın şöhretini gölgelendirecek derecede güzeldi.





SEYYAHLARIN KULAKLARI ÇINLASIN: Yüzyıllar boyunca seyyahlar uzak ülkeleri görmek, tanımak uğruna gemilerine binip engin denizlere açılmışlar ve pek çoğu da bu uğurda can vermişti. Ama Douglas Fairbanks ve Mary Pickford Film Şirketi'nin idarecileri canlarını tehlikeye atmadan, fazla uğraşıp didinmeden Arabistan'ı Amerikalılara tanıttılar. Bu iş için gereken parayı da temin edince, hemen kolları sıvayıp eski masal kitaplarının resimlerini gözden geçirmeye başladılar. Sonra da Santa Monica bulvarındaki stüdyolarında muazzam bir Arabistan dekoru hazırlamaya koyuldular. Doğrusu bu ya, yaptıkları dekorun Arabistan'la uzaktan yakından hiç bir ilgisi yoktu. Bunlar yazılıp çizilince Douglas Fairbanks ve Mary Pickford Ortaçağ'ın sadece Arabistan gecelerini gözler önüne sermek istediklerini belirttiler.





MODERN BAĞDAT HIRSIZI: Douglas Fairbanks elindekini avucundakini harcayıp Arabistan'ı Amerikan'ın ortasına getirdikten sonra da boş durmamış, masal kahramanı «Bağdat Hırsızı»nı da perdede canlandırmak için harekete geçmişti. Başına bağladığı kumaş parçası, adaleli vücudu ve kulaklarına taktığı küpelerle yirminci yüzyıldan uzaklaşmış, Ortaçağ'ın masal kahramanı hüviyetine bürünüvermişti. Hayranları da onun davranışını doğru buluyordu.





KİMSE ONUNLA BOY ÖLÇÜŞEMEDİ: Bağdat Hırsızı rolü, gerçekten tam Douglas Fairbanks'e göre bir roldü... O devirde usta bir akrobat gibi atlayıp sıçrayabilen, tehlikeli gösteriler yapmayı göze alabilen aktörlere rastlamak zordu. Bırakın o günleri, bugün bile tehlikeli ve sporculuk isteyen sahneleri dublörsüz çevirebilecek atlet yapılı aktörler bulabilmek bir hayli zor... Fakat 1924 yılında kamera karşısında çekinmeden akrobatlık yapabilecek babayiğit gerçekten yoktu. Douglas Fairbanks sinemada işte bu boşluğu doldurmuştu. «Bağdat Hırsızı» filminin bir başka özelliği de ilk defa ciddi, aklı başında bir besteciye bu film için özel müzik ısmarlanmış olmasıydı. Sessiz film devrinde, bir film için özel müzik besteletmek kelimenin tam manasıyla bir ileri görüşlülüktü. Mortimer Wilson'un bu film için bestelediği parçalar yıllar boyu dudaklardan düşmedi.





YILDIZ İTHALATI: Sinemada sim yapıp da gözlerini Hollywood'a dikmeyen pek az artiste rastlanır. Türk sinemasının şöhretleri arasında bile Hollywood'da şansını denemek isteyenler çıkmıştır. Tıpkı Nasrettin Hoca'nın gölde maya tutturmak istemesi gibi, çeşitli ülkelerin şöhretleri de Hollywood'da isim yapmak hevesine kapılırlar. Bir de bunun tam tersi olan durum vardır. Hollywood filmcileri, Avrupa'da gerçekten üstün kabiliyetiyle dikkati çekmiş başarılı sanatçıları kendine meletmek ister. Bunu tam manasıyla başaramasa bile hiç değilse birkaç film çevirmeye razı etmek ister. İşte 1924 j yılında Almanya'da şöhrete ulaşmış olan Pola Negri de Hollywood filmcileri için zengin bir madendi. Artistin Emil Jannings ile çevirdiği «İhtiras» isimli filmin kazandığı başarıdan sonra Hollywood kurtları Pola Negri'yi Hollywood'a gelmeye razı ettiler.





GRİFFİTH'İN DENEMESİ: David W. Griffith, 1924 yılında iki film çevirdi. Bunlardan bir tanesi savaş sonrası Almanya'sında geçen acıklı bir hikayeydi. Fakat Birinci Dünya Savaşı'ndan altı yıl sonra da sinemaseverler Almanların dertlerini tarafsız bir gözle seyretmeye henüz hazır değildiler... Fotoğrafta Neile Hamilton ve Carol Dempster bu filmin gerçekten göz yaşartıcı bir sahnesinde görülüyor.





YAKIŞAN ÇİFTLER: Sinema seyircisinin aşk filmlerinde daima birbirine yakışan çiftleri seyretmekten hoşlandıkları filmciler tarafından artık anlaşılmıştı. Güzel bir aşk hikayesini ancak ahenkli, birbirine yakışan bir çiftin başarıyla canlandırabileceğini seyirciler kadar onlar da biliyorlardı... Fakat, zaten sayısı pek az olan şöhretli artistler arasında birbirine yakışan çiftleri bulabilmek hayli zordu. Ama çeşitli denemelerle bu zorluğu yenmesini bildiler. İşte mesela Norma Shearer - John Gilbert çifti, kamera karşısında ideal bir çift meydana getirmişti. Genç çiftin Victor Seastrom'un yönettiği «Tokadı Yiyen» isimli ilk filmi pek tutundu. 





BÜYÜMEK YASAK: İnsanlar, sevdiklerinin zamanla değişmesini istemezler... Bu eskiye, bağlılık, yaşlanmak korkusundan mı, yoksa alışkanlıktan mı ileri gelir, orasını biz psikologlara bırakıyoruz... Burada belirtmek istediğimiz bir mesele var. Sinema seyircileri, Mary Pickford'ı bukle bukle saçları, masum yüzüyle, hayatının ilkbaharını yaşayan masum bir genç kız olarak tanımışlardı ve daima öyle kalmasını istiyorlardı. Bu arada yıllların, başkalarını olduğu gib Mary Pickford'u da değiştireceğini kimse hesaba katmıyordu. Bu yüzden de Mary Picford, saç modelini ve kıyafetini değiştirerek seyircinin karşısına çıkınca şöhretini kaybetme tehlikesiyle karşılaştı.





CAZ DEVRİNİN ÖNCÜLERİ: 1924 yılında yeni bir salgın, Amerika'da yeri yerinden oynatıyordu. Caz devrinin başlamasıyla çılgın gençlik problemleri de baş göstermişti. Universal Şirketi, caz çılgınlığının öncülüğünü yapmıştı. Fotoğrafta bu şirketin çevirdiği «Çılgınca Dönüş» isimli filmde Jack Mulhall ve May McAvoy.

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1968 TARİHLİ 18. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir