Doğumundan Bugüne Dünya Sineması

Geçen sayımızda yayınlamaya bu yazı serisi dünya sinemasının bilinmeyen yönlerini gözlerinizin önüne serecektir. Sinemada ilk karton filmi kim çekti? İlk film hilesi nasıl yapıldı? Bugünkü Hollywood sineması ilk kurulduğu devirde nasıldı? Bu ve buna benzer daha yüzlerce soru, bu yazı serimizle gün ışığına çıkacak, 7. sanat sinemanın tarihçesi, tıpkı bir resimli roman havası içinde gözlerinizin önünden gelip geçecektir.





İLK FİLM HİLESİ: 1907 yılından sonra Edison, filmcilik sahasında birçok rakiplerle mücadele etmek zorunda kaldı. Yeni şirketler kurulmuştu. Hepsinin de bir tek gayesi vardı: Seyircileri daha fazla eğlendirmek. O devirde kurulan şirketlerin en belli başlıları Biograph, Vitagraph, Kalem ve Lubin idi. Vitagraph Şirketi, Shakespeare'in ünlü Romeo ve Juliet'ini çevirirken, Biograph Şirketi'nin idarecileri de klasik bir eseri konu olarak seçmenin orijinal bir fikir sayılamayacağına inanarak daha başka bir yola sapmışlardı... Onlar için seyirciyi çeşitli hilelerle kandırmak, klasik bir tiyatro eserini sunmaktan daha kârlı görünüyordu. «Eagle's Nest» (Kartalın Yuvası) isimli filmde, sinema dünyasının ilk film hilesi denendi. Filmin bir sahnesinde içi samanla doldurulmuş bir kartalın pençelerine ağlayan bir çocuk sıkıştırdılar. Kuşun uçtuğu intibaını uyandırmak için de Richard Murphy'nin çektiği manzara fotoğraflarından yararlandılar. Sinema hileleri alanında atılan bu ilk adım doğrusu beklenilenden etkili oldu. Filmin afişlerinde de şunlar yazılıydı: «Kalbi zayıf olanlar Kartalın Yuvası'na gelmesinler.»





STÜDYOLAR GELİŞİYOR: İlk filmlerin çevrildiği içi dişi simsiyah kulübelere «Black Maria» (Kara Maria) adı veriliyordu. Fakat günler geçip de filmlerin konuları değiştikçe, Kara Maria da artık işe yaramaz oldu. Film şirketleri üstünlük savaşına, aynı konuları filme alarak değil de, daha mükemmel teknik imkan yaratmaya çalışarak devam etmek istiyorlardı. Filmlerin çevrildiği stüdyolar artık bomboş bir odadan ibaret değildi. Ele alınan konuya göre dekor hazırlanıyor ve filmin çekimine geçiliyordu. Bir stüdyoda yan yana birkaç dekor birden hazırlanıyordu. O devirde filmler sessiz çevrildiği için yan yana iki dekorda iki ayrı film birden çekilebiliyordu. Filmciler de artistler de sessiz sedasız çalışıyorlar, şirket de bir taşla birkaç kuş birden vuruyordu. Yani yerli filmcilerimizin bugün yaptıkları işi yapıyorlardı. Fakat bir stüdyoda iki, üç filmin birden çevrildiği devrede, filmlerde ses yoktu, çalışmalar gürültüsüz, patırtısız yapılıyordu. Bir de yerli filmciliğimiz niçin kalkınmıyor diyoruz. Dünya sinemasını 60 yıl geriden takip ederken, Avrupa, Amerika ayarında filmler yapmamıza imkan var mı?





HOLLYWOOD: On dokuzuncu yüzyılın sonlarında, Los Angeleslı H. H. Wilcox'un şehrin yedi mil kadar ötesinde büyük bir meyve bahçesi vardı. Burada incir, şeftali ve limon ağaçları yetiştiriyordu. Günün birinde Bayan Wilcox trenle doğudaki akrabalarını ziyarete giderken yol arkadaşı ona kendi köyünden «Hollywood» (Kutsal orman) diye söz etti. Bu isim bayan Wilcox'un zihnine takılmıştı. Evine döner dönmez, kocasına yol arkadaşıyla aralarında geçen konuşmayı anlattı. Meyve bahçelerine bu ismin verilmesini istedi. Tabii Bayan Wilcox'un isteği hemen yerine getirildi ve meyve bahçeleri «Hollywood» adını aldı... Yıllarca sonra ise meyve ağaçlarının yerini modern binalar, film stüdyoları alınca «Hollywood» ismi burası için daha uygun bir isim oldu. Sinema dünyası için Hollywood gerçekten kutsal bir yerdi. 1900 yılında Hollywood'da yaşayan insanların sayısı beş yüzü geçmiyordu.





Fakat filmciler birer, ikişer Hollywood'da karargah kurmaya başlayınca çiftlik arazisinin manzarası da hızla değişmeye başladı.

Nitekim, 1903 yılında Hollywood bir hayli kalabalıklaşmış, nüfusu dört bini bulmuştu. Hollywood'un altın çağı, 1920 yılında başladı. Kısa bir süre içinde de Hollywood, efsanevi güzellikler beldesi oldu.





İLK GENÇ KIZ: 1908 yılında, David Belasco'nun prodüktörlüğünü yaptığı «The Warrens of Virginia» isimli filmde Gladys Smith adında on beş yaşında bir genç kız rol almıştı. Bir yıl sonra da Gladys Smith, «Biograph» Şirketiyle anlaşma imzaladı. Rejisörlük yapmak için aktörlüğü bırakmış olan D. Griffith genç kızın oyununu pek beğenmişti. Griffith, küçük kızın şöhretini yaymak için hemen kolları sıvadı. «The Lonely Villa» (Kimsesiz Villa) isimli filmi çevirdi. «Kimsesiz Villa» bu genç kızın iyiden iyiye tanınmasını sağladı. O devirde, film artistlerinin isimleri pek bilinmezdi. Nitekim bir süre sonra Mary Pickford adıyla sinema tarihine geçecek olan bu genç kız, seyirciler arasında «Little Mary» (Küçük Mary) adıyla anılmaya başlandı.



Griffith, 1912 yılında, New York'un soğuk kışından kurtulmak için California kıyılarında bir film çevirmeyi tasarladı. Tabii «Küçük Mary» yi de filminde oynatacaktı... Griffith, «Ağ Tamircisi» isimli filmde küçük artistini başrolde oynattı. Görüldüğü gibi rejisör - baş artist ilişkileri bundan altmış yıl önce de büyük bir önem taşımaktaydı. Uzun yıllar sinemada şöhretini devam ettiren Mary Pickford, farkına varmadan sinemada bir çığır açmıştı. Aradan zaman geçtikten sonra, yeni yetişenlerin, falanca rejisörün himayesinde, başrol almaları günlük olaylar arasında sayılacaktı...





BATIYA GÖÇ: Griffith'in kışın soğuğundan kaçmak için New York yerine California kıyılarında film çevirmesi diğer filmcileri de heveslendirdi. William N. Selig adında Chicago'lu bir filmci. Batıya göçü daha da önemseyerek Los Angeles'de bir stüdyo kurmayı kararlaştırdı. Çevireceği filmlerde güneşli havaya ihtiyaç vardı. Chicago'da ise güneşli hava bulmak şansa kalmış bir işti. Selig, yirminci yüzyılda işleri şansa bırakmanın doğru olmayacağına kanaat getirmiş olmalı ki 1907 yılında Thomas Parsons ve Francis Boggs'u Los Angeles'e gönderip küçük bir stüdyo kurulması için emir verdi. Bir süre sonra da Olive Caddesinde bir binanın sekizinci katında ilk Karmen filminin çekimi için hazırlıklar başladı. Prosper Merimee'nin İspanyol çingeneleri arasında geçen bu uzun hikayesinin her yerde filme çekileceği akla gelir de bir binanın sekizinci katında çekileceği hiç akıldan hayalden geçmezdi. Karmen filminin boğa güreşi sahnesi için de karton üzerine yapılmış resimlerden faydalanılmıştı.





ŞİRKETLER ÇOĞALIYOR: Film Şirketlerini California'ya nakletmek işi filmcilere pek cazip gelmişti. Mekan değiştirmekte ferahlık vardır, düşüncesiyle Chicago ve New York'taki stüdyoları California'ya taşınmaya başlamıştı. Adam Kessel, 1909 yılında Bison Şirketini kurdu ve bir bakkal dükkanında ilk çalışmalarına başladı. Aynı yılın Noel'inde de Şirket idarecileri ilk defa bir toplantı tertiplediler. Şirkette çalışan artistler ve teknisyenler Noel'i bir arada kutlayacaklardı... Yıllar yılı dedikoduculara kont teşkil eden Hollywood ziyafetlerinin de ilki işte böyle, bir bakkal dükkanından bozma stüdyoda, tezgâhtan bozma masalar üzerine kurulan sofrada verildi. Ziyafet gecesi Şirketin artistleri son çevirdikleri filmdeki kıyafetleriyle ziyafete gelmişlerdi. Fakat bu ziyafette dedikoduculara pek değil hiç sermaye çıkmadı. Herkes güzel güzel yemeğini yedi dostlarıyla tatlı tatlı konuştu. Pek tatlı ve samimî bir hava içinde geçen bu ziyafetin hemen her fırsatta tekrarlanmasını davetlilerin hepsi istiyordu.





İSİM BOLLUĞU: Filmcilerin bütün gayretlerine rağmen sinema henüz tam manasıyla yaygın bir eğlence olamamıştı. Sinema makinesini hâlâ şeytan icadı sayıp sinemaların önünden geçmekten korkanlar çoğunluktaydı. Filmciler sinemayı halka sevdirebilmek, seyircilere eserlerini beğendirmek için her türlü çareye baş vuruyorlardı. Hatta reklam afişlerine birkaç isim birden yazmayı bile denemişlerdi. Uzun bir süre filmler birkaç isimle oynatıldı. Solda, bu şekildeki afişlerden birini IMP Şirketinin çevirdiği filmlerden birinin afişini görüyorsunuz. Bu filmin bir adı «Jane ve Yabancı»dır. Ama filmciler, romantik seyircilerin de dikkatini çekebilmek için filme ikinci bir ad daha bulmuşlar. O da «The Last Goodbye» (Son Veda). Filmlere birkaç isim birden koymak alışkanlığı Hollywood'da uzun yıllar devam etti. Sonra da bu hastalık başka ülkelere de geçti. Özellikle Uzakdoğu ülkelerinde filmlere birkaç isim birden koymak adeti pek benimsendi. Senaryoyu yazan şahsın koyduğu ismi, filmciler yeteri kadar cazip bulmayınca, konuya ve seyircinin nabzına göre bir, iki isim daha ekliyor, böylece filmin konusunu daha iyi anlatabiliyorlardı...





İLK KARTON FİLM: Karton filmlerden söz edilirken ünlü filmci Walt Disney için «Karton Filmin Babası» demek adet olmuştur. Walt Disney'in yarattığı tipler, Karton filmin dünya çapında şöhret yapmasını sağlamışsa da ilk karton film, Walt Disney'in fırçasından çıkmamıştır. New York Amerikan dergisinin karikatüristlerinden Winsor McCay 1909 yılında «Dinasor Gertie» isimli bir karton film hikayesi hazırlamıştı. Filmin tamamı on bin resimden meydana gelmişti. Fakat maalesef Gertie'nin bu karton filmi pek tutmadı. Unutuldu gitti... Ancak yirmi yıl sonra Walt Disney'in karton filmleri dikkati çekmeye başlayınca Winsor McCay hatırlandı, «Vaktiyle bir de Dinasor Gertie vardı» denmeye başlandı. Fakat bir kere olan olmuş, Dinasor Gertie, birinciliği, 'Miki Fare'ye kaptırmıştı. Bundan sonra geri dönülmesine imkan yoktu. Bu, kaderin garip bir cilvesiydi.





SEBZE BAHÇELERİNDE KOVBOYCULUK: Al Christie «western» dediğimiz kovboy filmlerinde aktörlük ve rejisörlük yapıyordu. Güzel ata binerdi, sağlam, güçlü kuvvetli bir aktördü.

İlk filmlerini New Jersey'de çevirdikten sonra Al Christie'ye filmlerin çekildiği dekorlar pek sahte görünmeye başlamıştı.

Al Christie, tıpkı filmlerinde yaptığı gibi atına atlayıp «western» çevirmeye uygun bir yer aramaya koyuldu... Tıpkı masallardaki gibi az gitti uz gitti ve günün birinde Hollywood'a vardı... Büyük meyve ağaçları, sebze bahçeleri Al Christie'ye pek cazip görünmüştü. Nihayet Blondeau Hanı'nın sahibiyle anlaştı. Han'ın arkasındaki sebze bahçesinde film çevirmesine izin çıkmıştı... Al Christie bir aylık film çalışmaları için Han sahibine otuz dolar (Yaklaşık olarak 300 TL.) ödemişti. O devrin ölçülerine göre, Al Christie, su gibi (!) para harcayıp bir «süper - prodüksiyon» yaratmıştı... Bir bahçe için bizim paramızla üç yüz lira ödemekle, film piyasasını allak bullak etmiş, yeni bir çığırın açılmasına sebep olmuştu! Al'dan sonra filmciliğe başlayanlar da çevirdikleri filmlerini pahalıya mal etmek zorunda kalacaklardı...





AFRİKA MACERASI: Thedore Roosevelt, ünlü Afrika gezisine başlamadan önce Selig Film Şirketinin kameramanlarından birinin onunla bu yolculuğa çıkması kararlaştırılmıştı. Bu meraklı gezinin filmi her halde çok büyük ilgi toplayacaktı. Fakat aksilik bu ya son dakikada Selig Şirketiyle, Roosevelt'in arası açıldı. Theodore Roosevelt, hazırlıklarını tamamlayıp tek başına yola çıktı. Selig Şirketi ise her şeye rağmen mağlubiyeti kabul etmeyecekti... Roosevelt daha Afrika'ya varmadan Şirketin Chicago'daki stüdyosu Afrika'nın balta girmemiş ormanlarından birine benzetildi. Figüranlardan biri de Theodore Roosevelt'in kılığına bürününce mesele kalmadı. Hayvanat bahçelerinden alınan bir terbiyeli aslan ve birkaç da tropik bölge hayvanıyla kadro tamamlandı ve «Afrika'da Vahşi Hayvan Avcılığı» isimli filmin çekimine başlandı. Halk bu filme bayılmıştı...



Herkese durum açıklandığı halde gerçeğe kimse inanmak istemiyordu... Stüdyonun sırf filme önem kazandırmak için bu iddiayı ortaya attığı sanılmıştı... Böylece, İspanya düzlüklerinden sonra Afrika'nın vahşi ormanları da bir film stüdyosunun dört duvarı arasına sığdırılmış oluyordu. Stüdyoda çevrilen Afrika filmini seyreden Afrikalıların bile, dekoru gerçeğe uygun bulmuş olmaları 'Selig' şirketinin yöneticilerini gururlandırmıştı. Daha sonra çevirecekleri filmlerde de aynı taktiği kullanmalarında bir mahzur olmayacağı düşüncesine vardılar. Bu filmin başarısı, hafızalardan silinmeden yeni çalışmalara koyuldular. Bundan sonra filmciler dört duvar arasına koskoca dünyayı, hatta fezayı bile sığdırmanın yolunu arayacaklardı.

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1968 TARİHLİ 2. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir