Dünya Sinema Tarihi



VALENTINO'YA RAĞBET ARTIYOR: Uzun favorili, kara gözlü, kara kaşlı aktör Rudolph Valentino, artık Amerikan sinemasının en çok aranan aktörlerinden biri olmuştu. Filmleri bütün dünyada rağbet görüyordu... Yakışıklı aktör, özellikle kadın seyircilere kendini sevdirdiği için film çevirirken de daima kadın seyircilerin zevklerini okşayacak roller seçmeye bakıyordu. Valentino'nun 1925'de çevirdiği «Kartal» isimli film de bu türdendi. Aktör, Rus Çariçesi Büyük Katerina'nın kalbini çalan subay rolünde gerçekten başarılıydı. Aktöre sırmalı, kordonlu subay kıyafeti de hani pek yakışmıştı!... Rus Çariçesi Katerina'yı beyaz perdede ilk defa canlandırmak şerefi de Louise Dresser'e nasip oldu. Fakat filmde dikkati, Çariçe'den çok, Valentino çekmişti.



İLK DOKÜMANTER FİLM: Bugün dökümanter filmlerde, ünlü artistlerin çevirdikleri ve hikayeye dayanan normal filmler gibi rağbet görmektedir. 43 yıl önce böyle değildi. Merian C. Cooper 1925'te bir dökümanter film çevirmek için hazırlığa başladığı zaman, herkes aynı şeyi söyledi: «Rejisörün aklından zoru var galiba!». Fakat «Ot» isimli bu ilk dökümanter film bugün bile başarılı dökümanter filmlerden biri olarak dikkati çekmektedir.





BİR KRALİÇE GİBİ: Gloria Swanson, «Madame Sans - Gene» isimli filmi çevirmek için Paris'e dönmüş ve 1925 yılında bu filmi tamamladıktan sonra da Falaise Markisi'yle evlenmişti. Ünlü yıldızın Amerika'ya dönüşü ise kraliçeleri bile kıskandıracak derecede parlak oldu. Hatta Los Angeles Valisi, şehrin sınırında artistle eşini karşıladı. Caddelerde biriken binlerce meraklı bando ve mızıkayla şehre giren Gloria Swanson'u heyecanla alkışlayıp büyük tezahürat yaptı. Fakat Gloria Swanson'a yapılan tezahüratın altında daha başka sebeplerin gizli olduğunu da burada açıklayıverelim. Paramount yöneticileri sırf Gloria'ya kontrat imzalatabilmek için büyük masrafa katlanıp parlak bir karşılama töreni hazırlamışlardı. Fakat yıldız, Paramount Şirketi yöneticilerinin tuzağına düşmedi ve United Artist şirketiyle anlaşma imzaladı.





ALTINA HÜCUM: Charlie Chaplin, 1925 yılında değişik bir eserle tekrar sinema seyircilerinin karşısına çıkmıştı. Ünlü komedyen Amerika'daki altın mücadelesini komedyen gözüyle inceleyip aynı hava içinde vermek istemiş ve bunu başarmıştı. Fakat «Altına Hücum» filmini seyredenler, bu eser ile Charlie Chaplin'in gerçek hayat hikayesi arasında bazı benzerlikler keşfetmekte gecikmediler. Aktör belki de birdenbire yükselişinin, zengin oluşunun hikayesini anlatmak için «Altına Hücum» filmini çevirmişti. Bu arada filmi siyasi bakımdan engellemek isteyenler de çıkmadı değil. Fakat her şeye rağmen, Charlie Chaplin bu filmdeki buluşları, esprileri ve üstün oyun kabiliyetiyle sinemanın bir numaralı komedyeni olduğunu bir kere daha ispat etti. Charlie Chaplin, yıllar sonra bu filmi tekrar ele alıp güzel bir de müzik besteledi. Filmin başına bir ön konuşma ekledi. Böylece çok tutunmuş bir kitabın ikinci baskısı gibi, çok tutunmuş bir filmin de ikinci baskısı daha değişik bir hava içinde seyirciye sunulmuş oldu.





EN HASSAS NOKTA: Sevgili yavruları için her fedakarlığa katlanan müşfik annelerin acıklı hikayeleri romancılar, hikayeciler, hatta filmciler için bitmez tükenmez bir ilham kaynağıdır. Hele ağlamaktan büyük zevk duyan doğu milletlerinin halkı için böyle eserler tam biçilmiş kaftandır!... Bugün dünya sinemacılığı bu hassas konulara artık eskiden olduğu gibi sık el atmıyor, ama 1925 yılında durum hiç de öyle değildi... Hollywood filmcileri, evlâdı yüzünden büyük ıstırap çeken annelerin dramını her fırsatta gözler önüne seriyorlardı... «Madam X» isimli filmden sonra seyircileri en çok ağlatan film de «Stella Dallas» oldu. Daha sonraki yıllarda da Steila Dallas konusu birkaç kere daha işlenmişti.. Fakat hiç şüphe yok ki, en güzeli ilk çevrilen ve başrolde Belle Bennett'in oynadığı «Stella Dallas» idi.





SESSİZ OPERET: Sessiz film devrinde bir opereti filme almanın, kış ortasında dondurma yapmak kadar manasız bir iş olacağını düşünenler elbette çıkar. Ünlü operet bestecisi Franz Lehar'ın kulaklara o pek hoş gelen ölümsüz melodilerini dinleyerek «Şen Dul Opereti»ni seyretmek dururken, sessiz sedasız bir takım hareketler yapan insanların «Şen Dul Opereti»ni oynadıklarını düşünüp operetin müziğini de hayalen dinlemek, her halde pek cazip olmasa gerek. Fakat Erich von Strohelm «Şen Dul Opereti»ni başarılı bir film haline getirmeyi aklına koymuştu. Ancak iyi bir oyuncu kadrosu kurmak gerekiyordu. Operetin baş kadın kahramanı Sonia'yı Mae Murray'ın canlandırmasını kararlaştırdıktan sonra, yakışıklı Prens Danilo rolüne de John Gilbert'i seçti. Hollywood'un, bu yakışıklı aktörü, Prens Danilo rolü sayesinde kısa zamanda sinemanın en sevilen aktörlerinden biri oluverdi.





REJİSÖRÜN KERAMETİ: Artistlerin başarılı oyun çıkarabilmesinde rejisörün ne dereceye kadar tesirli olabileceği her zaman tartışılır, her zaman da çeşitli örnekler verilerek zıt fikirler savunulur ve hiç bir zaman da kesin bir sonuca varılamaz. Bazı sanatçıların değişik rejisörlerle çevirdikleri filmler karşılaştırıldığı zaman filmde artistten çok rejisörün havasının hakim olduğu derhal meydana çıkar. Sinemanın ilk devirlerinde de rejisörlerin artistler üzerinde çok büyük tesiri oluyordu. Mesela Pola Negri de Hollywood'da şöhrete ulaşmasını rejisör Ernest Lubitsch'e borçluydu.





SAVAŞI KÖTÜLEMEK İÇİN: Birinci Dünya Savaşı'nın sona ermesi sinema seyircilerinin de savaş filmlerine karşı duydukları ilgiyi azaltmıştı. Top sesleri, ölüm, kan, gibi savaşı hatırlatacak unsurlar, kolayca geçmişin malı oluvermiş, caz devrinin çılgınlıkları arasında Birinci Dünya Savaşı'nın acıları unutulup gitmişti. Fakat her şeye rağmen insanlar savaşın hiç de hoş bir şey olmadığını, gerçek anlamı anlaşılamayan bir takım idealler uğruna cephelerde binlerce insanın ölmesinin saçma bir davranış olabileceğini anlamalıydılar. Bunu insanlığa anlatabilmenin en iyi yolu da şüphesiz yedinci sanat sinemaydı. Fakat filmcilerin hiç biri savaşı kötüleyen filmler çevirmek cesaretini kendinde bulamıyordu.





Nihayet 1925'te Laurence Stallings, savaşın kötülüklerini anlatan derli toplu bir senaryo hazırladı. MGM Film Şirketi bu senaryoyu satın alınca, rejisör King Vidor da kolları sıvayıp bu önemli filmi çevirmek için hazırlığa başladı. «The Big Parade» (Büyük Tören) adını taşıyan bu film gerçekten büyük bir film olmuştu. Sinema dünyasında büyük fırtınalar yaratan bu eser, sadece New York'ta doksan altı hafta oynatıldı. Başrollerde oynayan John Gilbert, Karl Dane ve Renee Adoree de oyunlarıyla filmin başarılarını artırdılar. Fakat Londra'da filmin yaratıcılarını bir sürpriz bekliyordu. İngiliz seyirciler, filmde hep Amerikan askerlerinin rol almasını hoş görmediler. Ama «Büyük Tören» buna rağmen Londra'da, New York'ta gösterildiğinden daha fazla oynatıldı.





İLK GÖNÜLLÜ KAHRAMAN: Geçenlerde İstanbul sinemalarında oynatılan «Beau Geste», (Cephede İntikam) isimli film, sinema seyircileri için hiç de yabancı bir isim değildir. Yıllarca önce başrollerini Gary Cooper, Ray Milland ve Brian Donlevy'nin oynadıkları «Gönüllü Kahraman» filmi şüphesiz uzun zaman hafızalardan silinmemiştir. Ancak sözünü ettiğimiz «Gönüllü Kahraman» filmi de bu konudaki filmlerin ilki değildi. 1926 yılında Herbert Brenon'un rejisörlüğünü yaptığı «Beau Geste» o yılın en çok beğenilen filmi oldu. Yabancı lejyonda çarpışan üç kardeşin hikayesini anlatan bu filmde Ronald Colman, Ralph Forbes ve Noah Beery oynamıştı. Filmde William Powell'e de üçüncü derecedeki rollerden biri verilmişti. Fakat aktör bu küçücük rolüyle de dikkati çekmesini bildi ve film sinemalarda gösterilmeye başladıktan sonra da William Powell'in şöhreti birdenbire artıverdi. İlk «Beau Geste» sinema tarihinin unutulmaz eserlerinden biri olmuştu.

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1968 TARİHLİ 20. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir