Moğollar’ın Büyük Üzüntüsü



«Bizim tek amacımız yalnız kendi bestelerimizi ve aranjmanlarımızı çalmaktır. Fakat yaptığımız müzik türü Türkiye'de henüz tanınmış değil. Jimy Hendrix, Pink Floyd, Cream topluluklarının yaptıklarını yapmaya çalışıyoruz. Yani Beat ötesi bir akımla uğraşıyoruz. Beat müziği insana tarifsiz bir heyecan verirken, «çıldırtan müzik» insanı değişik bir rüya alemine sürüklüyor. Bu tür sayesinde müzisyen, içinden geçeni birtakım müzik kurallarına uymadan dile getirebiliyor. En büyük derdimiz anlaşılmayan beş genç oluşumuz. Sahnede giydiğimiz postlarımız ve uzun saçlarımız nedense çok yadırganıyor. Fakat şuna inanıyoruz ki yakın bir gelecekte Türk müzikseverlerine hem kendimizi, hem de yaptığımız kabul ettireceğiz.»



Uzun saçlı, uzun bıyıklı, rengarenk elbiseler, pardon postlar giyinmiş olan beş gence daha «Merhaba» der demez bize bu sözleri söylediler. Beş «Moğol» ağız birliği etmişçesine adeta bir koro halinde konuşuyordu.

Buluşma yerimiz bir plak şirketiydi. Beş «Moğol» sahne elbiselerinin üstüne pardesülerini giymişler, sigaralarını tüttürüyorlardı. Kısa bir dinlenmeden sonra Eminönü meydanında dolaşmaya karar verdiler. Sahne elbiseleriyle halkın arasına karışmak istemişlerdi. Acaba halk beş «Moğol» u görünce ne yapacaktı? İşte bunu merak ediyorlardı.





Orta yaşlı bir adam Sirkeci’deki bir hanın kapısından çıkan bu beş garip kılıklı, uzun saçlı delikanlıyı görünce şöyle bir irkilmekten kendilerini alamadılar. İçlerinden biri bir «Lahavle» çekti. Sonra kendi kendine söylenmeye başladı:

- «Yahu şu pis turistler şimdi de iş yerlerimize mi dadanıyorlar? Allah kahretsin!»

Orta yaşlı adamın «pis turistler» diyerek lanetlediği beş genç bizim Moğollar'dan başkaları değildi tabii. Adamın bu sözlerini işiten Aziz katıla katıla gülmeye başladı. «Gördünüz mü çocuklar, varan bir. Bakalım daha başımıza neler gelecek?»



Beş asi delikanlı hoplaya zıplaya, kahkahalar atarak Eminönü meydanında yeni yapılan köprülere doğru yürümeye başladılar. Onları görenlerden kimisi: «Deli mi ne bunlar? Kadın gibi saçlarını uzatmışlar.» diyordu. Orta yaşın üstündekiler ise: «Vah vah, şu hale bakın. Bu gavurlar İstanbul'u istila ettiler. Dünyanın sonun geldi. Hay Allah!... diye başlarını iki yana sallıyorlardı.

Beş «Moğol» un içinde en rahat olanları Aziz ve Engin idi. Duydukları sözlere hiç kulak asmıyorlar, istiflerini bozmuyorlardı. Murat hiç de rahat değildi. Cahit ise sadece gülüyordu. Yürüye yürüye Balıkpazarına geldiler. Birden Cahit, «Hadi çocuklar,» dedi. «Annem balık istemişti. Şuradan palamut alalım.»





Moğollar bağıra bağıra balık alacaklarını söyleyince, buna en çok şaşıran yaşlı balıkçı oldu, «Aaaa! Vallaha Türkçe konuşuyorlar. Taze taze palamutlar. Kulaklarına bak kardeşim. Kırmızı kırmızı...»

Aziz, iki palamut alıp koluna sıkıştırdıktan sonra deniz kıyısında bağlı duran motorları göstererek, «Şu motorlara gidelim. Ama birbirimizi denize itmece yok, tamam mı?» dedi. Arkadaşları bu parlak teklifi hemen kabul ettiler. Fakat dört «Moğol» verdikleri sözden az kalsın cayıyorlardı. Muziplik edip Aziz'i denize iteceklerdi. Fakat Aziz kendisi için hazırlanan tuzağı hemen fark etti. Ne de olsa bir Moğol'du.



Deniz macerası da sona ermişti. Güneş batmadan renkli fotoğraflarını çekmek gerekiyordu. Hemen bir taksiye atlayıp son hızla Edirnekapı surlarına yöneldik. Küçük bir çocuk arkamızdan sesleniyordu: «Helal olsun size Moğollar. Yarınki konserinizde bana imza vermeyi unutmayın sakın.»

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1968 TARİHLİ 13. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir