Oğlu Kartal Tibet’ten Baskın Çıktı
Bir resimli roman kahramanı olan «Karaoğlan», gazete sütunlarından beyazperdeye atlayınca hiç kimse bunun yeni bir «tarihi filmler modasına» yol açacağını düşünmemişti. İlk «Karaoğlan» filmi olan «Altaydan Gelen Yiğit» bir yandan bu modaya öncülük ederken diğer yandan da Türk beyazperdesine yeni bir «star» hediye etti. Bu filmle yıldızı parlayan «tiyatro oyuncusu» Kartal Tibet peş peşe filimler çevirdi, çeşitli kalıplara girdi. Karaoğlan’ın yaşadığı günlerden Fatih Sultan Mehmet’in zamanına, oradan günümüze kadar apayrı yerlerde geçen filmlerde değişik karakterleri canlandırdı.
Kartal Tibet’in 3 yaşındaki oğlu Kanat, babasının filmlerini seyrederken en çok «Karaoğlan»ı beğenmişti. Her kavgada galip gelen; daima kuvvetliye karşı zayıfı, haksıza karşı haklıyı koruyan iyiliksever ve mert «Karaoğlan» tipi ona çok sevimli ve cana yakın gelmişti. Tek çocuk olmanın da verdiği güvenle anne ve babasına:
– «Ben de Karaoğlan olmak istiyorum» deyince akan sular durdu:
– «Oğlumuz, Amerikan kovboylarına değil, bir Türk kahramanına benzemek istiyor,» diye sevindiler. O sevinçle hemen terziye koştular ve Kanat’a tıpkı babasının elbisesine benzeyen bir «Karaoğlan» elbisesi diktirdiler. Boyuna göre bir de kılıç bulununca Kanat Tibet tam bir «Karaoğlan» (daha doğrusu Karaoğlan minyatürü) oldu.
Elbise işini halleden Kanat’ın istekleri bitmemişti. Bu defa başladı yalvarmaya:
– «N’olur babaki!… Beni çalıştığın yere götür. Dedem Baybora’yı, Suat amcayı, kılıçla öldürdüğün düşmanlarımızı göreyim…»
Oğlunu çok seven Kartal Tibet onun bu isteğini kıramadı. Kanat’ı bir, iki defa sete götürdü.
Küçük Kanat sette film çevrilirken epey şaşırdı. Bir sürü «amca» toplanıyorlar, rejisör «Suat amca»:
– «Motor» deyince kılıçlarını çekip birbirlerine saldırıyorlar, içlerinden bir, ikisi ölüyor…
– «Stop» deyince de sanki biraz evvel birbirlerine kıyasıya saldıranlar onlar değillermiş gibi birden duruveriyorlardı. Biraz önce ölenle, öldüren kol kola, güle, oynaya yemek yiyorlardı. Şaşırdığını gören babası ona, bu işlerin böyle olduğunu, filmlerde öldürdüğü adamlardan sadece bir, iki tanesini gerçekten öldürse baba – oğul, birbirlerini hayatta bir daha göremeyeceklerini anlatınca başını salladı:
– «N’apalım, öyle olsun,» dedi. Bu işe önceleri çok canı sıkıldı, ama «düşmanlarla» konuşup onların da «iyi amcalar» olduğunu görünce «babaki»nin onları sahiden değil de «yalancıktan» öldürdüğüne için için memnun bile oldu.
Arnavutköy’deki bir evde «Karaoğlan Bizanslı Zorba» filminin bazı sahnelerinin çekileceğini öğrenerek gittiğimiz zaman öğle paydosu bitmek üzereydi. Figüranlar ve set işçileri aşağıda yemek yiyorlar; Kartal Tibet üst kattaki odalardan birinde, sedire uzanmış, uyuyordu. Biz, içeride rejisörle film hakkında konuşurken yemeğini bitiren tek tük figüranlar da yukarıya çıkmış, etrafımıza toplanmışlardı. Nihayet Suat Yalaz saatine bakıp, asistanına aşağıdakileri çağırmasını söyledi. Asistan merdivenlerden inerken küçük Kanat da annesiyle birlikte yukarıya çıkıyordu. Settekilerin hepsi hemen onun etrafım çevirdiler. Aradan bir, iki dakika geçmeden Kanat da onlara alışıp tatlı tatlı konuşmaya başladı. Etrafında Bizanslı askerler, komutanlar ve Türk bahadırları vardı. Hepsi kılıçlı, kalkanlı «amcalar», tam o yaştaki çocukların bayıldığı şeyler… O kadar ki Kanat dayanamayıp rejisör Suat Yalaz’a:
– «N’olur beni de oynat» diyerek kameranın karşısına geçip tam bir ustalıkla «rolünü» başardı. Rejisör «Kılıcını çek!» dedi; çekti. «Sert bak,» dedi; baktı. «Öldür» deyince bir an düşündü, önce «arkadaş» olduğu «amcaya» baktı, ama sonunda salladı kılıcı.
Küçük Kanat’ın bir özelliği var: Herkes gibi babasına «Baba» demiyor. Nereden bulduysa bulmuş, «Babaki» aşağı, «Babaki» yukarı… Koyu bir Beşiktaşlı. E, insanın adı K harfiyle başlarsa, hele «babaki»sinin adı da Kartal olursa gayet tabii «Karakartal»ı tutar.
Bir müddet daha sette kalan küçük afacanın annesi Gündüz Tibet, Kanat’a herkesin elini sıktırdıktan sonra alıp götürdü. Arkasından rejisör Suat Yalaz:
– «Kartal Tibet yaşlanınca ne yapacağımı düşünmekten kurtuldum. Kanat yetişiyor» diyordu.
ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1967 TARİHLİ 29. SAYISI