Yılmaz Güney Silahlandı
Geçen yılın soğuk bir kış akşamında Ankara’daki Emek Sineması’nın antresinde bir arkadaşımı bekliyordum. Dışarda insanı donduran karlı bir hava vardı. Yaşlı, genç, kadın, erkek yüzlerce Ankaralı şöyle sıcak bir koltuğa kurulup iki saat olsun soğuktan kurtulmak için gişenin önünde kuyruk olmuşlardı. Kulağım bir ara, hemen yanımda film afişlerini seyredip aralarında konuşan iki gence takıldı:
– «Yılmaz Güney’in filmlerine bak. Hepsinde de tabanca var!»
– «Helal olsun… Var mı onun gibi tabanca kullanan. Uçan kuşu vuruyor. Artist dediğin böyle olur.»
Evvelki gün Beyoğlu Evlendirme Dairesinde «Balatlı Arif» filminin son sahnesi çekilirken aklıma birden Ankaralı o iki gencin sözleri geldi. Yılmaz Güney bu filmde de eline tabancasını almış, sağa sola ateş edip duruyordu.
- «Gene tabanca filmi mi?» diye sorduğum zaman güldü. «Evet,» dedi. Gene tabancalı film! Seyircim beni eli tabancalı görmeye alışmış. Seyircime ihanet edemem.»
Birden ciddileşti. Ses tonu hırçınlaştı:
- «Herkes karşımda. Ama herkesi de karşımda gördükçe kendimi daha güçlü hissediyorum. Sadece tabancalı filmlerim mi var benim? «Korkusuzlar», «Hudutların Kanunu», «Kızılırmak - Karakoyun», «Kozanoğlu», «Kurbanlık Katil» benim filmlerim değil mi?»
«İtalyan Sinema Enstitüsü Müdürü Verdone, «Kurbanlık Katil» i Venedik Film Festivaline davet etti: 'Filmi pek beğendim. Derece alacağına eminim. İlginç bir konusu var' dedi. Sonra da beni tebrik etti. Almanlar, Japonlar da beni memleketlerine film festivaline davet ettiler.
Bunlardan kimse bahsetmiyor. Evet... tabancalı, kavgalı, dövüşlü filmler yapıyorum, buna mecburum ama, yerli sinemanın en güzel, sanat gücü en yüksek olan filmleri de benim filmlerim. Kendine güvenen bir «Kızılırmak - Karakoyun», bir «Kurbanlık Katil» yapsın göreyim bakayım!»
Biz Yılmaz Güney'le bunları konuşurken Rejisör Atıf Yılmaz yanımıza geldi. «Başlıyoruz,» dedi. Reflektörler yandı, herkes yerini aldı. Kaptıkaçtıların reisi jilet Turan'la (Sami Tunç) Çiy Osman'ın (Danyal Topatan) kızı gecekondu gülü Gülşen (Nebahat Çehre) evlenirken arabacıların reisi Balatlı Arif (Yılmaz Güney) tabancasını çekip adamlarıyla nikâh dairesini basacak, sonra da Nebahat Çehre'yi kapıda bekleyen renkli kağıtlarla süslü, iki atın çektiği arabaya attığı gibi İstanbul'un göbeği olan İstiklal caddesinden Balat'a kaçıracaktı!...
Filmin en ilginç sahnesi de buydu. O gün İstiklal caddesinin Tünel'le Galatasaray arasındaki kısmından geçenler doğrusu hayli eğlenceli dakikalar yaşadılar. Yılmaz Güney'in yerli sinema tarihinde ilk defa hep otomobillerin geçtiği İstiklal caddesinden atlı araba ile beyaz gelinlik giymiş, telli duvaklı Nebahat'ı kaçırışını heyecan ve şaşkınlıkla seyrettiler. Bu işe en çok şaşanlar da trafik polisleri oldu. Galatarasay'a doğru dört nala gelen atlı arabayı görünce önce oldukları yerde donup kaldılar, sonra da Yılmaz'ı ve yanındaki tir tir titreyen telli duvaklı gelini arabadan indirip iki atlı arabayı seferden men ettiler. Yılmaz bu sefer de İstanbul trafiğini allak - bullak etmişti.
ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1968 TARİHLİ 4. SAYISI