Oscar’ın 40 Yılı
«National Velvet» (Büyük Yarış) filmindeki oyunuyla Elizabeth Taylor, «A Tree Grows In Brooklyn» (Bir Genç Kız Yetişiyor) filmindeki oyunuyla da Margaret O’Brien küçük yaşlarına rağmen Oscar armağanını hak edecek kadar başarılı oyun çıkarmışlardı.
Hollywood prodüktörlerini yıllardan beri düşündüren bir mesele vardı: Filmleri çevirirken yüzde yüz halkı eğlendirmeyi mi, yoksa biraz da eğitmek, bir şeyler öğretmeyi mi düşüneceklerdi… Filmciler, zaman zaman öğretici eserler ortaya çıkardıkları halde sinemanın sadece bir eğlence vasıtası olarak kalması fikrini daha fazla benimsemişlerdi. Ama bir yanda savaş, bir yanda çeşitli sosyal problemler karşısında bunalan cephe gerisindeki insanlar, filmcileri sosyal davalara eğilmeye zorluyordu. Evet, her şeye rağmen sinema sadece bir eğlence unsuru olarak kalmamalı, insanları bu çok etkileme gücü göz önünde tutularak çeşitli problemlerin halli için de bir vasıta olarak kullanılmalıydı. İnsanlık çeşitli sosyal davalar arasında bunalım geçiriyordu.
Bu problemleri ele alan filmler pekâlâ birçok kimsenin derdine deva olabilir, belki on binlerce insanın kötü durumlara düşmeleri önlenebilirdi. «The Lost Weekend» (Kayıp Hafta Sonu) isimli film, Hollywood yöneticilerinin sosyal davaları ele alma konusunda sarf ettikleri çabaların ilk meyvesi oldu. Film eğlenceli değildi, büyük bir aşk hikayesini anlatmıyordu. Fakat buna rağmen gişe hasılatı rekorlarını kırdığı gibi, tenkitçiler tarafından da çok beğenilen bir eser oldu. Charles Jackson’un aynı ismi taşıyan eserinden alınan bu filmde başrolü Ray Milland oynuyordu. Sinemanın bu yakışıklı, genç aktörü daha önceleri romantik tipleri canlandırarak kadın seyircilerin sevgisini ve hayranlığını kazanmıştı. «Lost Weekend» de ise oyun gücünü ispat etmek fırsatını bulmuştu. Bu filmi seyredenler, alkol düşkünlüğünün bir nevi intihar sayılacağını düşünmeden edememişlerdi.
Yılın ilgi çekici filmleri arasında başrolünü Joan Crawford’un oynadığı «Mildred Pierce» de vardı. Bu filmde de her konuya biraz dokunulmuş, filmciler seyirciye her şeyden birazcık tattırmak istemişlerdi. Cinayet, şüphe, aşk, dram, genç kız analarına nasihat, ideal lokantacılık gibi meseleler de Mildred Pierce’in hikayesinde yer alıyordu.
Oscar Wilde’in ünlü eseri «Dorian Gray’in Portresi» de filmcilerin ahlak dersi verme heveslerini tatmin etmişti. George Sanders ve genç aktör Hurd Hatfield’in başarılı oyunları bu filmi yılın en ilgi çekici kurdelelerinden biri haline getirivermişti. Bu film ile parlayan Hurd Hatfield, daha sonraki filmlerinde hayranlarını hayal kırıklığına uğratacaktı, ama «Dorian Gray’in Portresi»ni seyredenler bu yakışıklı, esmer delikanlıya hayran kaldıklarını her fırsatta belirtiyorlardı.
Başrolünü Tyrone Power‘in oynadığı «Blood In The Sand» (Kanlı Meydan) da yılın en beğenilen filmlerindendi. Genç bir matadorun korkunç dramını ele alan bu eser, sinemaseverlerin hafızalarında yıllarca silinmeyen derin bir iz bırakacaktı.
David O’Selznick’in himayesinde şöhretin zirvesine günden güne yaklaşan Jennifer Jones, «Love Letters» (Aşk Mektupları) isimli filmde çok başarılı oyun çıkarmış ve Oscar adaylığını hak etmişti. Fakat «The Bells of St. Mary» filmindeki oyunuyla Ingrid Bergman, «Milred Pierce» deki oyunuyle Bette Davis, «Valley of Decision» (Karar Vadisi) isimli filmdeki oyunuyla Greer Garson, Jennifer Jones için tehlikeli birer rakibeydiler. Bir yıl önce «Laura» filmiyle dikkati çeken Gene Tiemey, bu kere de «Leave Her To Heaven» (Onu Cennete Bırakın) isimli yarı polisiye filmde gene başarılı bir oyun çıkarmıştı.
Oscar komitesinin üyeleri, yılın kadın artistini seçmek için masa başına oturdukları vakit, uzun uzadıya düşünmeden Joan Crawford’u seçmeye karar verdiler. Sinemada müzikal, danslı filmlerde rol alarak şöhrete ulaşan bu genç yıldız, büyük rol kabiliyeti isteyen bu dramatik filmde gerçekten kusursuzdu. Joan Crawford’un ilerde de bu oyununu gölgede bırakacak kadar başarılı olabilmesi için ona mutlaka bir Oscar armağanı vermek gerektiğini düşünüyorlardı.
Ray Milland’ın sarhoş genç adam kompozisyonu da ona bir Oscar kazandırmaya yetmişti. Mildred Pierce’deki anne rolü de bir zamanların müzikal film artistine yardımcı artist olarak diğer rakiplerine yenme fırsatını vermişti.
«Lost Weekend» in yöneticisi Billy Wilder de diğer meslektaşlarını kolayca gölgede bırakmıştı. Oscar gecesi elinde heykeliyle etrafına tebessümler yağdıran Billy Wilder, daha sonraki yıllarda sinema seyircilerine çok daha başarılı eserler vermeye çalışacağını söylemeyi ihmal etmedi.
1945 yılının, sinemaseverler için başlıca özelliği, başrollerini iki küçük kızın oynadığı iki filmin, sinemanın dev artistlerinin çevirdikleri filmlerle boy ölçüşebilecek özellikte olmasıydı. «A Tree Grows in Brooklyn» (Bir Genç Kız Yetişiyor) isimli romandan alman filmde küçük yıldız Margaret O’Brien, «National Velvet» (Büyük Yarış) isimli filmde de Elizabeth Taylor, büyüklere parmak ısırtacak kadar mükemmel birer oyun çıkarmışlardı. Fakat Oscar armağanını bir küçük çocuğun kazanmasının Hollywood şöhretlerine hakaret sayılacağını düşünerek Margaret O’Brien ile Elizabeth Taylor’un oyununu fark etmemezlikten geldiler.
1945 Oscar gecesi, bir yıl öncesininkine nazaran daha eğlenceli geçti. Savaşın sona ermek üzere olması, Hollywood’da da tesirini göstermişti. Amerikalı sinemaseverler, Oscar armağanlarının ileride Avrupa ülkelerinde de ilgi görmesini sağlanmasını istiyorlardı. Yılın en ilgi çekici filmleri arasında dokümanter bir film olarak hazırlanan «Hitler Lives» (Hitler Yaşıyor) isimli film, armağana layık görülmüştü. Artık Oscar komitesi, Walt Disney’i unutmuşa benziyordu. Yılın en başarılı karton filmleri arasında Walt Disney’in filmlerinden hiç birinin adının geçmemesi, sinemaseverleri şaşırtmıştı.
ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1967 TARİHLİ 29. SAYISI