Şöhretler Venedik Festivali’ne Akın Etti




Venedik belki yılın en tatlı mevsimini yaşıyor, ama Venedik Film Festivali için tarihi şehre akın eden filmlerin hepsinin aynı derecede tatlı olduğunu söylemeye dilim varmayacak. Evet, her şeyi ile Venedik’e bir festival havası hâkim. Kumsallarda fotoğrafçılara cömertçe poz veren figüran kızlar, artist adayları, hatta büyük şöhretler… Galalarda lüks tuvaletleri içinde yüzlerine en tatlı, ama yine de sunilikten kurtulamayan tebessümlerini takınarak salınan yıldızlar… Festivali takip edenleri yoracak kadar sık aralıklarla birbirini kovalayan film gösterileri… Ve nihayet hiç bir zaman eksik olmayan dedikodular…

Geçen yıl olduğu gibi, bu yıl da festivalin açılışını yapma şerefi Yugoslav asıllı yıldız Sylva Koscina’ya verildi. Cumartesi gecesi yapılan açılış töreninde şeref davetlisi oydu. Koscina, güzelliği ile olduğu kadar, sıcak havasıyla de etrafında hayranlık yaratmasını gene ustaca beceriyordu.





Fakat ondan sonraki günler festivali takip edenler sık sık esnemekten kendilerini alamadılar. Çünkü 7. sanat alanında şanslarını denemek için buralara kadar zahmet edip gelen «debs»ler (Festivale ilk defa katılan rejisörlere, çıraklara böyle diyorlar)… Debs, dâbu- tant, yani Fransızca müptedi, yeni başlayan kelimesinin kısaltılmışıdır) pek bir şey getiremediler doğrusu. Bütün tenkitçilerin ortak kanaati bu. O kadar ki, bu yenilerin sayıları bir hayli kabarık filmleri, jüri tarafından bir lise imtihanı havası kadar sıkıcı bir atmosfer içinde incelenip gidiyor: «Doymak Bilmeyen» adlı Alman filmi bu tarz kurdelelere en iyi örnek olarak gösterilebilir. Edgar Reitz adlı Alman rejisörünün eseri, sıradan bir konu işliyor: Kocasıyla anlaşamayan bir genç kadın… Durmadan bu kadına çocuk doğurtan bir koca… Genç adamın kaderi, kendisini intihara kadar sürüklüyor. Karısı da bir Amerikalı ile evleniyor…





Acemi ve safça bir hikaye. Ne bir anlamı var, ne de ardında bıraktığı tadı, tuzu. Reitz’in filmini işleyişinde de taklitçilikten kurtulamadığı belli.

Buna mukabil Macar rejisörü Zoltan Fabri’nin sağlam bir filmini seyrettik: «Mevsim Sonu». Eichmann’ın kaçırılışı ve yargılanması sırasında, işgal yıllarında istemeyerek yaptığı bazı ufak tefek işlerden ötürü, zayıf karakterli bir adam birden tarifsiz bir vicdan azabına kapılıyor. Bu temayı ustaca işleyen Fabri, maskaralıkla başlayan oyununu, trajedi seviyesine kadar geliştiriyor. Suçluluğun meseleleri üzerine dikkatle eğiliyor ve bunları ustaca aksettiriyor. Kapıldığı vicdan azabı, onu müzmin bir üzüntüye mahkum ediyor.





Zoltan Fabri’nin ne demek istediğini bilen ve bunu açıkça söyleyen bir sanatçı. Mesleğinin kaidelerini de mükemmelen biliyor.

Favorilerden biri de Jean Lue Godard’ın «Çinli Kadın» isimli Fransız filmi, ikisi kadın, üçü erkek 5 genç üniversite öğrencisinin Paris’te Kızıl Çin temayüllü bir birlik kurmalarını ve birbirleri ile devamlı çatışmalarını anlatan Godard’ın eseri için «Venedik’in altın aslanını kazanacak» deniliyor…





Festivalde ağzımızın tadıyle seyrettiğimiz bir film daha var. Diğer kurdelelerin yanında daha da çok değer kazanıyor. Çocuk dolu bir küçük apartman katında yaşayan genç bir İtalyan karı – kocanın hikayesini anlatıyor. Adı: «Aile Babası». Nanni Loy’un bu neo-realist filminde Leslie Caron da iyi bir oyun çıkarıyor. Bu zeki ve anlayışlı sanatçıyı yeniden beyazperdeye kazandırdığı için, Loy’u tebrik etmek lazım! Nino Manfredi de usta bir aktör olarak temayüz ediyor. Hatta bu filmin sadece oyuncularına armağan kazandırmak için seçildiğini düşünenler de var. Çünkü oyundan çok, oyuncuların ağır bastığını herkes kabul ediyor.





Öte yandan Çekli Karel Kachyna’nın «Rahibenin Gecesi» adlı filmi silik, ağır ve sıkıcı olmaktan kurtulamadı.

Bu arada «Hollandalı» adlı film de genç İngiliz Shirley Knight’ı bizlere tanıttı.

Festival salonundan dışarı çıktık mı, şöhretlerle burun buruna gelmemeye imkan yok. Hem bu sefer festivalde filmleri olmayanlar bile, hiç olmazsa turist diye Venedik’e gelmişler. Sean Connery artık 007 filmlerinin kahramanı olarak değil de, hatırı sayılır bir prodüktör hüviyetiyle tarihi şehirde boy gösteriyor.



Burada ünlü rejisör Dymtryck ile buluştu ve çevireceği «Shalako» adlı film konusunda kendisiyle görüştü. Dymtryck ise sadece dinlenmek için Venedik’te bulunuyordu. «Anzio Savaşı» adlı filmin kendisini hayli yorduğu belliydi. Kulağıma gelen haberlere göre, «Shalako» bir western. Sean Conney’nin bu filmdeki rol arkadaşı Brigitte Bardot. Film Meksika’da çevrilecek ve 4 milyon dolara mal olacak!

Doğrusu festival dışı bir haber bile işitmek insanı dinlendiriyor burada. Bakalım daha neler işitip, neler göreceğiz.

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1967 TARİHLİ 38. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir